Son aylarda artan ve Türkiye’yi üzen terör belasında bölgedeki belediyelerin ne kadar payının olduğu hususu tam bir muamma gibi görünüyor. Nihayetinde Anayasal dayanağı bulunan, kendilerine bu derecede ehemmiyet verilen tüzel kişiliği haiz kurumlar kalkıyor, teröre ve teröriste kol – kanat germe durumuna gelebiliyorlar.
Adeta vücudun bir uzvunun kalkıp, diğer uzuvlarına zarar vermesinden başka bir şey değil. Olayların arkasında hangi saikların olduğunu, hangi mihraklarca kontrol ve teşvik edildiğini bildiğimiz halde toplum olarak adeta tecahül-i arif modundayız.
Olacak iş değil...
Oysa anayasa ve ilgili mevzuat adresi doğru şekilde tarif ediyor, doğru formülü veriyor. Anayasada mevcut bulunan ‘Yönetimin Bütünlüğü’ ilkesi devlet kurumlarından yönetim birimlerinin belli bir bütünlük ve koordinasyon içinde çalışmasını istiyor. Yerel yönetimlerin merkezi yönetimle uyumlu bir şekilde hareket etmesini gerektiriyor.
Aksi durumda, yani bir kurumun kendi işlev ve görevleri dışına çıkarak diğerlerine tanımaması, zarar vermeye çalışması, hatta hücumu halinde kendisine kanserli hücre muamelesi yapılır. En kolay ve kestirme yöntem bu birim ve hücreleri kestirip atmaktır. Başka yolu yok. Diğer uzuvlara ve hücrelere bulaşma, onları da ifsat etme ihtimali ortaya çıkacağı için bu yapılmak durumundadır.
Peki, ya Doğu ve Güneydoğu’da memleketin güvenlik kuvvetlerine ve yetkili makamlarına karşı siper kazanlar, yollarına ve bellerine silah döşeyerek onlara zarar vermeye çalışanlar ne olacak? Bunlarda belediyelerin dahlini bilmemek için ya art niyet ya da zihinsel engelli olmak lazım.
Herkes biliyor aslında. Belediyeler bölgeden müteahhitlerle çalışıyorlar, onlar da terör örgütüne vergi ödeyen taşeron konumundalar. Tonlarca bomba yol inşaatı esnasında oraya döşenecek, devletin istihbarat teşkilatının haberi olmayacak. Gizli kalacak.
Benim aklım almıyor. Alan varsa beri gelsin.
Bence bunların hesabı da bir şekilde sorulmalıdır. Sormadığınız zaman tekerrürü kaçınılmaz hale geliyor.
Öte yandan, yerelleşme, yerel özerklik ve demokrasi gibi süslü kelime ve kavramlara karşı da duyarlı olmak durumundayız. Birileri bize maval okuyor. Yok, efendim demokrasi için yerelleşme ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gerekiyormuş. Yok, belediyelere daha fazla güç aktarılması gerekiyormuş.
İşini iyi yapana kimse laf etmez. Lakin hizmet belediyeciliği yapmayan, etnik temelli mağduriyet edebiyatlarıyla toplumu ve milleti kandıran bu güya yerel yöneticilere karşı denetim merkezli adımlar atılmazsa ve yetkileri tırpanlanmazsa bunlar birkaç yıl sonra Türkiye’yi gene aynı noktaya taşırlar.
Belediyeleri teröristlere ve ayrılıkçılara peşkeş çekerler. Ben olsan önce ‘eş’lerinden başlarım. Neymiş ‘seçilen’ başkanın yanına bir de ‘eş’ koşuyorlar. Onun ona denetlettirerek adeta kuş uçurtmuyorlar.
Kanaatimce Belediye Kanunu ve Büyükşehir Belediyesi Kanunu bu sıkleti çekemiyor. Mardin, Diyarbakır ve Van gibi Büyükşehir belediyeleri artık taşrayı da tek elden kontrol eder hale geldi. Mülki idare oralardan çekilip, bunların kontrolüne verildikten sonra işin çivisini çıkardılar.
Ülkenin diğer yerlerindeki belediyelerle ilgili böyle bir problem olmayabilir. Ama buralar hakikaten toplumu ve teröre hayır diyen insanları aşırı derecede kuşattı. Her alanda ve her santimetre karede var BŞB’leri. Terörü öven ve arasına mesafe koymayan kadrolar, en fazla canımızı acıtan ve şehit vermemize neden olan yol kenarlarında bomba patlatma eylemini buralarda gerçekleştirmişler. Hala da devam ediyor.
Terörle mücadeleye öncelikle terörist belediyelerden başlamak gerekiyor. Demokrasi devleti ve milleti üzmenin, onlara karşı tuzak kurmanın bir aracı haline getirilemez. Getirilmeye çalışılması halinde herkes incinir.