Mitomanyakların (mythomaniac) defteri dürülmeyecek mi?

Mehmet Toker

"Asrın Felaketi" olarak tanımlanan çok büyük bir afet yaşadık. Devletimiz ve milletimiz büyük bir dayanışma örneği göstererek yaraları sarmak için seferber oldu. Depremi takip eden ilk saatlerden itibaren devlet-millet canını dişine takarak bölgeye doğru harekete geçti. Depremzedelere yardım etmek için, bir canı daha enkaz altından çıkarabilmek için zamana karşı bir yarış başlatıldı. Böylesine büyük bir afetten sonra gösterilmesi gereken refleks ve doğru davranış buydu.

Aynı saatlerde, sanki bir yerden düğmeye basılmışçasına başka bir hareketlenme daha oldu. Ülke içinde ve dışında ne kadar vatan, millet ve devlet düşmanı varsa sosyal medya üzerinden harekete geçti. Sanki yardım ediyormuş gibi görüntü vererek, kışkırtma, ayaklanma ve provokatif yalan haberlerle büyük bir dezenformasyon yangınını alevlendirmeye ve körüklemeye başladılar. "Nerde bu devlet? Nerde bu askerler? Asker neden sahaya inmiyor? Devlet yok? AFAD, Kızılay, UMKE sahada yok, Geç kaldılar..." hezeyanları ile başlayan klavye saldırıları, ilerleyen saatlerde ve günlerde manipülasyonu, hangi çavuşun! AHBAP'ı olduğu belli olmayan bir dernek ile devleti kıyaslama noktasına kadar götürdüler. Sosyal medya üzerinden soytarılık yapanların ortaya attığı ve yaydığı: "Hatay'da baraj patladı!" yalanı ise tam bir şuyûu vukûundan beter bir hadiseydi. Oluşan kaosta onlarca canımızı kaybettik maalesef.

Yalan haber ve provokasyon, toplum üzerinde depremden daha büyük hasara sebep oldu. Zaten yaralanmış, yüreği yanmakta olan halkımızı Afganlılara karşı kışkırtmak için, "enkazdan çıkarılan yaralıların ve cesetlerin kollarını, parmaklarını kesiyorlar...!" yalanını paylaşan sosyal medya maymunları mı ararsınız? "Önce iktidar partilileri kurtarıyorlar" yalanını mı? "Arap, Alevi, Kürt nüfusun yoğunlukta olduğu illere AFAD gitmiyor. Alevi bölgelerine yardım tırları gitmiyor...!" yalanını mı? "Hatay Samandağı’na teröristler geldi, eylem yapacaklar!" diye hem terör örgütü reklamı yapıp hem devleti aciz göstermeye çalışanı mı? "Şanlıurfa’da çocuklar Suriyeliler tarafından çalınıyor, Suriyeli genç itfaiye erinin telefonunu çaldı, Suriyeliler Fenerbahçe tırını yağmaladı, Mersin KYK’da kız öğrenciler Suriyeli erkekler tarafından taciz ediliyor..." vb. öznesi "Suriyeli!" olan yalan cümlelerle ırkçılık yapanları mı? "AFAD deprem bölgesine yardım götürmüyor... Ankara’da bazı kişiler deprem bölgesinden evlerine aldıkları çocuklara şiddet uyguluyor... Türkiye-Suriye sınırındaki bazı duvarlar yıkıldı, çeteler Türkiye’ye giriyor... Mersin’e gönderilen akaryakıt gemisi EPDK tarafından engellendi... Arap ülkelerinden deprem yardımı gelmedi... Kimliği belirlenemeyen cenazeler resmi rakamlara dahil edilmiyor... Antakya’da cenazeler isim yerine numara verilerek gömülüyor..." vb. artık yalanın bini bir para. Hangisini sayalım? Depremlerle sarsılan milletimiz bir anda Mitomanyak (mythomaniac) terörünün hedefi haline getirildi.

Mitomanyakların ürettiği yalan haberler, inandırıcılığını kaybetmeye başlayınca bazı ajans oyuncuları sahaya sürüldü. Bazı tv kanallarının sunucu, spiker, programcı kadrosu canlı yayında ağlama rolü kesti. Yayın bitince, kaydında bittiğini zannederek kahkahalarla oyunculuklarına güldüler, rollerini başarmış olmanın mutluluğunu yaşadılar. Ajans oyuncuları, "Dört beş gündür enkaz başında yakınlarımın kurtarılmasını bekliyorum." diye salya sümük ağlama rolleri yaptı. Manipülasyonlar ve algı operasyonları gerçeğin yerine geçti. Yalanı bir hayat felsefesi haline getiren, yalan söylemekten utanmayan, yalanı yüzüne vurulduğunda yüzü kızarmayan, her yalanını bir başka yalanla takviye eden, buna rağmen mumları ikindiye kadar bile yanmayan ve ilginçtir yalan söylediği halde şanı, şöhreti, taraftarı artan ve bunu meslek haline getirmiş o kadar mitomanyak türedi ki; bunların acilen Adana Büyükşehir Belediyesinin pandeminin başlarında yaptırdığı bin yataklı sahra hastanesinde psikiyatri servisinde tedaviye alınması lazım. Bunların söylediği yalanlar ve servis ettikleri yalan haberlerden dolayı fortacılar, palavracılar yalancılığı ile ün yapmış eski zaman düzenbazları bile mezarlarında ters dönmüştür.

Ekim ayında meclisten geçen dezenformasyon yasasının 29. maddesi: "Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak." diyordu. Yasanın ne kadar isabetli olduğu böylelikle bir kez daha anlaşılmış oldu. Devletimiz yasanın gereğini yapacaktır.

Yalancılığın prim yaptığı, yalancıların halk kahramanı gibi hüsn-ü kabul gördüğü, hakikat sonrası bir çağda yaşıyoruz. En iyi mantarlar karanlık bodrumlarda yetiştiği gibi en inandırıcı yalanlarda karanlık ve çukur kalplerde neşvünema bulup topluma yayılıyor. Günümüzde karşı karşıya kaldığımız sorun dürüstlüğün çökmesi ve yalan söyleme alışkanlığının yaygınlaşmasıdır. Sistematik yalancılığın meslek haline gelmesi maruz kaldığımız en büyük felakettir. Politikacılar, akademisyenler, üretken! gazeteciler, sosyal medya maymunları, şöhret budalaları dürüstlüğün hiçleştiği bu döneme gittikçe daha fazla katkıda bulunmaktadırlar. Yalan artık toplum mühendisleri için bir stratejidir ve her yanımızı kuşatmıştır. Dürüstlük artık göreceli bir değere dönüştürülmüştür. Özellikle fondaş medyada, sosyal medyada anlık bilgi paylaşımı sayesinde olmayan bir şey olmuş gibi gösterilebilmektedir. Artık gerçekliğe değil, algılara dayalı manipülatif ve dezenformasyonla kirletilmiş bir döneme şahit olmaktayız. Toplum, bilginin kaynağına araştırarak ulaşmak yerine, kendisine sosyal medyadan sunulanı sorgusuz sualsiz kabul ediyor. İletişim ağı da bu tembelliği artırıyor. Kurgulanmış bir yalan gerçekmiş gibi oluşturuluyor ve iletişim ağlarıyla toplumun algısına sunuluyor. Görselliğin kurgulanışındaki kolaylık da bu algıyı pekiştirmektedir.

Küreselleşme ağının aktörlerinin en büyük arzusu "şimdiki zamanı" kontrol edebilmektir. Bilginin üretimi ve yayılmasının denetimi ve yönlendirilmesi günümüzün en önemli vakıalarından birisidir. Maalesef, yalanın gerçeğe üstün geldiği, hakikatın yitirildiği, bu sûni ve dışardan güdümlü saldırıları ve onların içerdeki imitasyon maşalarını da kırmak, millet olarak hakikate borcumuzdur. Küresel ağı yöneten sayısal algoritmalar hem siyasal ortamı hem düşünme biçimimizi hem de geleceğimizi dönüştürüyor. Bilmem anlatabildim mi?