İtiraf edeyim; yazıya aslında nereden başlamam gerektiğini bilmiyorum. Bunu bilmiyorum da peki düşündüklerimi yazabilecek miyim? Onu da bilmiyorum. Biliyorsunuz Tunus, Mısır, Bahreyn, Libya, Yemen derken koskoca bir coğrafya tepetaklak olmuş ve bu tepe taklak olma durumuna da hepimiz bahar deyivermiştik. Arap Baharı, nasıl bir bahar bilmiyorum, hepimizi adeta donduran bir bahar.
Biliyorsunuz Irak'ta, Libya'da Lübnan'da, Suriye'de devletler yok olmuştu. Bu ateş daha ne kadar büyüyecek, hangi ülkeyi ne kadar etkileyecek bilmiyorum ama bildiğim ne yazık ki şimdi Mısır'da yok oldu ve bu bölgedeki kargaşa bütün dünyayı ciddi bir şekilde etkilemektedir.
Şimdi Mısır'daki bu kargaşanın önümüzdeki süreçten ekonomiyi etkilemesine şahit olacağız. Bir taraftan tahıl ve genel anlamda gıda fiyatlarındaki artış, diğer taraftan bütün dünyanın ekonomisinin bağlı olduğu petrol fiyatlarındaki artış ve daha başka bir açıdan ise mesela Türkiye’nin pazarının kaybolma tehlikesi ve yeni işsizler, yeni sıkıntılar doğurabileceği endişesi…
Dünya çok yönlü kargaşaya doğru hızlı bir şekilde yol almaktadır. Mısır'daki bu kargaşanın başka bölgelere, mesela Balkanlar'a ulaşma tehlikesi var mı?
Ve tabi bu gelişmelerin hepsinin birden Türkiye’yi nasıl etkileyeceği de bir başka ve bizim için en gerçekçi sıkıntının merkezini oluşturuyor.
Neticede 2013 ve sonrasındaki 2014 yılı nasıl geçecek bilemiyoruz, nasıl sıkıntıları içinde barındırıyor bunu da bilemiyoruz, bildiğimiz bugün itibari ile Suriye'den sonra Mısır'da da devletin artık kaybolduğu gerçeğidir.
Şimdi Libya ve Tunus'ta ne olacak? Mısır oraları nasıl etkileyecek onu merak ediyoruz. Sorun çok fazla, bakın mesela bundan sonra Tunus, Mısır, Libya ve genel anlamda o bölgeden ciddi göçler olacaktır ve bu göçlerin merkezinde de Avrupa ve ABD yer alacaktır. Avrupa ve ABD önümüzdeki süreçte en az 50 milyon mültecinin kendi toraklarına gelebileceğini hesap etmelidir.
ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa ile birlikte bu bölgede kaybolan etkilerini artırmak için çok tehlikeli bir oyuna başlamıştır.
ABD için önümüzdeki sürecin daha fazla ekonomik ve sosyal sorun olduğunu öngörmekte gelecekle ilgili çarpıcı bir durumu ortaya koymuş olmayacak kadar basit bir görüntü halindedir.
Şimdi peki Türkiye’yi nasıl bir dünya beklemekte ve Türkiye bu kargaşada nasıl bir yol takip etmesi gerekmektedir.
Türkiye şu anda politika geliştirmeyi bırakmış bir görüntü içerisindedir. Ne yazık ki sadece mazlumlara ağlamamız istenmekte ve önümüzdeki belirsizliğin nasıl çözüleceğine dair ise her hangi bir emare görülmemektedir.
Biz Başbakanımız anlıyoruz ve mazlumların yanında onurlu bir şekilde yer almasını da anlıyoruz. Değerli Bakanımız Konya'mızın Ağabeyi, Stratejik derinlik kitabının yazarı Ahmet Davutoğlu büyüğümüzü de anlıyoruz bu telefon diplomasilerini, mazlumlar için çırpınmasını tarihe şerefli bir şekilde kaydediyoruz...
Ama evet nasıl olacak, nasıl bu ateş Türkiye'ye sıçrarsa, ABD, Avrupa dünyada etkisini artırmak içni Türkiye üzerinde de büyük oyunlar oynamaya başlarsa nasıl Türkiye bu süreçlere karşı koyabilecek?
Bu konularda biraz aklıselim olunması gerekmez mi? Mazlum edebiyatı ile yıllardır Müslümanlar kaybeder, şimdi mazlum olmanın yanında güçlü olmanın da zamanı. Diploması geliştirmenin zamanı...
Bu geliştirilen diplomasi ile dünyaya oyunun içinden Türkiye'nin ve mevcut hükümetin egale olmadığını gösterme zamanı...
Başbakanımız, Cumhurbaşkanımız, Dışişleri Bakanımız ABD ile Avrupa Birliği ile Mısır'da demokrasiye geçiş için bir zemin oluşturabilir mi?
Bu süreçte ekonomik olarak güçlü kalmak çok önemli.
Bu süreçte çok fazla tarıma önem vermemiz ve hızlı bir şekilde alternatif enerji alanları oluşturmamız gerekiyor. Siyasal istikrarda çok önemli… Kesinlikle önümüzdeki süreçte birlik ve beraberlik içinde büyük Türkiye sorumluluğu ile adımlar atılmalı.
Hükümetimiz dünyadaki bu değişimin farkında olarak sorumlu adımlar atmalı ve ülkemizi sağ salimen bu kargaşadan çıkarabilecek adımlar için gerekenleri cesur bir şekilde yapmalıdır.
Madur edebiyatını istemiyoruz, gerçekci adımlar istiyoruz...
Tekrar yazıyorum, tarım çok önemli, bol bol tahıl ekmeli, tarıma stratejik ölçüde önem vermeliyiz. Ordumuzu kendi imkânlarımız ile yerli üretimle dünyanın güçlü orduları arasına katmalı ve milli ve manevi değerleri önemsemeliyiz. Hayâlı, ahlaklı, dindar ve modern, başkalarına saygı duyan, toleranslı nesiller yetiştirmeliyiz.
Tekrar ediyorum ordumuz çok önemli, ordumuzu çok güçlü tutmalı ve mutlaka ordumuzun tedarikini, füzesini, tankını, uçağını, gemisini ve daha nesi varsa her şeyini kendi imkânlarımızla üretmeliyiz.
Bu arada Necip Fazıl Kısakürek merhumun ifadesi ile “burnumuzdan beynimiz akıncaya kadar düşünmeli” ve sosyal hayatımızı, kanunlarımızı, hukukumuzu, eğitimimizi, medyamızı insan merkezli, milli ve manevi değerlerimiz çerçevesinde yenilemeli ve öncelikle kendi kurtuluşumuzu sağlamalı ve daha sonrada bütün dünyaya örnek olabilecek bir duruş sergilemeliyiz. Kardeşliğimiz önemli, kardeşlik hukukumuzu geliştirmeli ve mutlaka birbirimizi sevmeli, birbirimizi anlamalıyız.
Allah insanımızı, Müslümanları onurlu haysiyetli ve güçlü kılsın. Çağın zalim çarklıları arasında ezdirmesin.