Miracı Beklerken…

Doç. Dr. Yusuf Sayın

Dünya tarihinin her dönemi, her yılı ya da her günü hayatımızı derinden etkileyen yeni gelişmelere sahne olmuştur. Öyle ki, küreselleşmenin de etkisiyle yaşamımızın her alanı çok yoğun bir etkileşim sürecine şahit ve başımızı döndüren gündemlere sahne olmuştur.

Küresel ekonomik kriz, salgın hastalıklar, bölgesel/yerel çatışmalar, çekirge istilaları, ticaret savaşları, gıda krizi, yoksulluk, göç/menlik, vatansız insanlar, sınıraşan suçlar, küresel terör, -phobia(lar), medeniyet, din ve kimlik çatışmaları, kıyamet senaryoları, ülkeler arasında duvarların örülmesi, iklim krizi, yeni (küresel) savaş riskleri ve daha niceleri…

Bu kadar gündem yoğunluğunda, kalabalıklığı ya da karmaşasında peki neler oluyor?

Biz; insan ve hayatımız kayboluyor, ihmal ve göz ardı ediliyor. İnsanlık adeta eriyor…

Salgın hastalık gündeminde de olduğu gibi çevre ve hayvanlar, bitkiler, gerekli ve hak ettikleri dikkati ve önemi göremiyorlar. Yaşadığımız evreni ve ekseni göremez oluyoruz…

İnsan, kendi içine kapanıyor, yalnızlaşıyor, yabancılaşıyor, herkes ve her şeyden kuşku duyuyor.

Koronavirüsün ABD’deki sonucunun silah satışlarında patlama yaşanması ve silah bayilerinde kuyruklar oluşması olduğu göz önüne alındığında, dünya hızlıca daha güvensiz bir hale sürükleniyor. İnsanlar kendilerini dünden daha çok yalnız hissediyor.

Kafamız son derece karmaşık. Belki daha önce de gelecekten beklentilerimiz çok kristalize değildi, fakat şimdilerdeyse ümitsizlik had safhasında.

Bununla birlikte hep karmaşık bir tablo da yok gibi. Klasikleşmiş ifadeyle, “Bu dünyada iyi şeyler de oluyor”… Size de inandırıcı geliyorsa.

Gittikçe daha açık bir toplum haline geldik belki şimdi; eskiden konuşulmaz dediğimiz birçok hususu şimdi tartışabiliyoruz. Küreselleşmenin getirdiği teknolojik ve iletişimsel imkânlarla hayatımız daha kolaylaşmış görünüyor. Erişim, her neye ise, daha kolay hale gelmiş durumda.

Yoksul, ezilen ve sömürülenlerine rağmen dünya hiç olmadığı kadar bolluk ve refah içinde yaşıyor. Çok kolay elde edebiliyoruz, lakin sınırlandırılamaz şekilde tüketiyoruz/tükeniyoruz. Üretim aynı hızda artış kaydediyor, fakat bir bumerang gibi yine bizi tüketiyor; çevreyi, kaynaklarımızı, neslimizi…

Daha da önemlisi, şimdiler de “neler oluyor” ve “nereye gidiyoruz” şeklinde akıllarımızda yer edinmiş soruların cevabını pek veremiyoruz.

Belki de bir rüya hali içindeyiz. Hissediyoruz, görüyoruz, işitiyoruz, fakat tepki veremediğimiz gibi anlamlandıramıyoruz da. Bazen sessizliği, bazen de suskunluğu tercih ediyoruz. Sessiz çığlıklarımıza rağmen.

Ne düşüneceğimizi, hangi eylemlerde bulunacağımızı, nasıl davranacağımızı tam kestiremiyoruz. Bundan dolayıdır ki belki de tepkilerimizde ölçüyü kaçırıyoruz.

Böyle olmasa, salgın durumunda tıbbi tedbir almak varken neden silah kuyruğuna geçelim. “Evden çıkmayın ve medikal tedbirler alın!” çağrısında bulunulurken, neden dolaplarımızı raf ömrü stoklanma süresinden daha kısa gıdalarla dolduralım. Neden karşılaştığımız insanlara canımıza kastetmiş olası bir fail/katil olarak bakalım.

Bir tıbbi salgının yaşandığı tartışma götürmez bir şekilde gerçektir. Fakat asıl sorun burada paylaştığım endişe ve anksiyete durumunun önlenemez bir şekilde içimize işlemeye devam ettiğidir.

Salgınlarla insanlık mücadele edecek ve başaracaktır. Ya duygusuz ve huzursuzluk içindeki ruhumuz? Doymak bilmeyen arzularımız ve dolaplarımız?

…?

İnsanlık miracını bekliyor ve ufukta hep kurtarıcılar gözetliyor. Yüzlerce yıl önce çıkmasına/çıkarılmasına rağmen.