86 yıl aradan sonra, 24 Temmuz 2020 tarihinde Ayasofya Camii'mize iade-i itibar yapılarak, yeniden ibadete açıldı. Ayasofya Camii'nde kılınan ilk cuma namazına müminler çok büyük teveccüh gösterdiler. Yurdun dört bir tarafından, gurbet diyarlardan, hatta kardeş coğrafyalardan yüzbinlerce mü'min ilk cuma namazında Ayasofya Camii'nde olmak arzusuyla İstanbul'a koştu. Milyonlarca Mü'minde pandemiden dolayı memleketinde olsa bile, dualarıyla, sevinç gözyaşlarıyla, şükür secdeleri ile o çoşkuyu yaşadı.
Ayasofya'nın iade-i itibarından duyduğu heyecanla çarpan milyonlarca Mü'min yüreği olduğu gibi rahatsızlık, hazımsızlık duyan binlerce münafıkta kendini deşifre etmek zorunda kaldı. Ayasofya'nın açılacak olmasından rahatsızlık duyanlar, 97 yıldır kutlanılmayan, kimsenin kutlamayı aklına bile getirmediği, Lozan Antlaşması'nın kutlamayı icad ederek İstanbul'dan kaçtılar. Veya İstanbul'a gitmemek için farklı bahaneler üretme yarışına girdiler.
Yunanistan Başpiskoposluğu, Ayasofya Camii'nin iade-i itibarını yas günü ilan ederek bayrakları yarıya indirdi. Yunanlı Bizans Tarihçisi Ahrveiller, "Ayasofya'nın ibadete açılmasını, Bizans'ın ikinci kez çöküşü" olarak ilan etti. Papa, acı çektiğini söyledi ve benzeri olumsuz tepkiler beraberinde geldi. İlk cuma namazında dünya insanlığına verilen çok önemli sembolik mesajlar vardı. Ayasofya'nın 4 minaresinden ezan okunmasından tutun, Devlet Başkanımızın Kur'an-ı Kerim tilaveti, hutbeyi irâd eden Diyanet İşleri Başkanımızın fethin sembolü olan kılıçla hutbeyi irad etmesine kadar, sembolik değer taşıyan pek çok mesajı da görmüş olduk. DİB'nın elinde kılıçla hutbe irad etmesi birilerini ürküttü ve korkuttu. Aynı zamanda hutbede; " Bizim inancımızda vakıf malı, dokunulmazdır, dokunanı yakar; vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar." ifadesinden dolayı da sosyal medyada linçe tabi tutuldu. Ne deseydi? Şeriyye ve Evkaf Vekaletini kaldırarak, vakıf mallarını talan edenleri, yağmalayanları, satanları, mülkiyetine geçirenleri, camiileri kapatanları, ahıra, depoya, müzeye çevirenleri kutluyorum mu deseydi?
İşin burasında biraz durup, düşünmek lazım. Hatırlarsanız bundan 9 yıl önce Mayıs 2011 tarihinde isminin önünde profesör ünvanı olan bir siyasi, Zincirlikuyu Mezarlığı'nın girişinde yazılı olan "Her nefis ölümü tadacaktır!" ayeti kerimesinden rahatsızlığını ilan etmişti. Yine 24 Nisan 2020 cuma günü Ali Erbaş'ın okumuş olduğu, Diyanet TV'de yayınlanan ve hutbede; "İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Eşcinselliği lanetliyor!" dediğinden dolayı, hakkında suç duyurusunda bulunulmuş ve Ankara barosu ibneliğin avukatı kesilmişti. İslam ve Müslümanlar linç edilmeye kalkılmıştı. Sayın Devlet Başkanımızın, Ayasofya Camii'nin iade-i itibarı esnasında sarfettiği, Ayasofya'nın müzeye çevrilmesi ile ilgili; "Tek parti döneminde alınan bu karar tarihe ihanet olmanın yanında, hukuka da aykırıydı." sözlerinden dolayı, 5816 sayılı kanuna aykırılık gerekçesiyle, Halkın Kurtuluşu Partisi suç duyurusunda bulundu. Ne deseydi? Fatih'in vakfiyesini çiğneyenleri, Thomas Whittemore'un ricasını emir telakki edenleri kutluyorum, çok doğru yapmışlar mı deseydi?
Bütün bu gelişmeleri üst üste koyup topladığımızda, insanın aklına ister istemez şu soru hücum ediyor? Kimliğinin dini hanesinde (artık yeni kimliklerde yazmıyor) "İslam" yazan herkes gerçekten Müslüman mı? Mü'min mi? Mümin insanlar, Allah'ın ayetlerinden, Allah yolunda vakfedilen mülkün vakfiyesindeki ifadelerden neden rahatsızlık duyarlar? Mü'min, bir binanın tevhidin mabedi olmasından neden rahatsız olur? Hem Devlet Başkanımızı, hem Diyanet İşleri Başkanımızı, Fatihin Vakfiyesini hatırlattığı için, ayetleri hatırlattığı için linç etmeye kalkışanların, suç duyurusunda bulunanların problemlerinin şahıslarla olmadığını biliyoruz. Bunların derdi, doğrudan doğruya İslam'a ve İslam'ın ortaya koymuş olduğu kültür ve medeniyet anlayışınadır. Saçmalamalarının sebebi, İslama olan kinlerinden, nefretlerinden ve düşmanlıklarındandır.
Fatih, Ayasofya'nın vakfiyesinin son kısmında günümüz Türkçe'siyle şöyle diyor: "Bu vakfiyemi kim değiştirirse, Allah'ın, peygamberlerin, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun! Azapları hafiflemesin, onların haşr gününde yüzlerine bakılmasın! Kim bunlar işittikten sonra, hâlâ bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır." Gerek devlet başkanımızı gerekse DİB'mızı hedef alanlara, linç etmeye kalkanlara tavsiyemiz şudur. Bu sözler, Fatih'in sözleridir. Gücünüz yetiyorsa Fatih'i mahkemeye verin. Fatih'i linç etme cüreti gösterinde bu millet sizin nasıl bir münafıkane tavır içerisinde olduğunuzu, kimliğinizi gizleyerek asıl amacınızın ne olduğunu daha net öğrensin. Hem Fatih'i mahkemeye vermeniz de günü kurtarmayabilir. Zira Fatih'in vakfiyede sarfetmiş olduğu lanet düşüncesinin kaynağı; Bakara Sûresi 114. ayeti kerimedir. Bakınız Allah (CC) ne buyuruyor? "Allah'ın mescidlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır? Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır." Hadi gücünüz yetiyorsa, Allah'ı mahkemeye verin! Allah hakkında suç duyurusunda bulunun! Haşa, Allah'ın linç etmeye kalkın!
Bu ayetlerden, ayetlerin mesajlarından ve ayetlerin mesajlarının ortaya koymuş olduğu söylemlerden, Müslümanın rahatsız olması beklenemez. Ayasofya'ya iade-i itibar yapılmasından Mü'minin, Müslümanın rahatsız olması da imanının ve İslamın tabiatına aykırıdır. Daha önceki iki yazımda da kısmen ifade ettiğim gibi burada yeri gelmişken yeniden hatırlatmakta fayda mülahaza ediyorum. Ayasofya, Türkiye'deki 80 küsür bin camiye yapılmış artı bir ilave değildir. Ayasofya'nın İbadete açılması, 86 yıl önce Bizans Enstitüsü Müdürünün ricası! ile bir oldu bittiye getirilerek, ayaklar altına alınan İslamın izzetinin, yeniden ayağa kaldırılması, Fetih ruhunun yeniden diriltilmesidir. Şayet Ayasofya 80 küsür bin camiye artı bir camii olarak açılmış olsaydı ne Yunanlar, İtalyanlar, Fransızlar, ne de içimizdeki Sabetaist, evangelist, küreselci güruh bu kadar feryat figan ederdi; ne de Afganistan'daki, Pakistan'daki, Endonezya'daki, Müslüman kardeş coğrafyalardaki insanlar, 24 temmuz'u bir bayram olarak kabul edip, sevinç gözyaşları döküp, şükür secdesine kapanırlardı. Şayet Ayasofya ibadete açıldığı için Afganistan'daki Pakistan'daki, Bosna'daki, Endonezya'daki Mü'minler kutlama yapıyorsa; Ayasofya'nın ifade ettiği anlam cami olmanın da ötesinde çok daha tarihi, çok daha derindir.
Ali Erbaş'ın elinde kılıçla minbere çıkmasına takılanlara da şunu hatırlatmakta fayda var. İngiliz kraliçesi, kendisine bağlı devlet başkanlarını, valileri, komutanları atarken, onları sir/şövalye vb. ilan edip, unvan verirken elinde kılıç, kılıcı karşısındaki kişinin omuzlarına ve kafasına dokundurmak suretiyle töreni gerçekleştiriyor. İngiliz kraliçesine hiçbir İngiliz veya herhangi bir kişi; "hangi dönemde yaşıyoruz? Kılıçta neyin nesi?" diye eleştiride bulunmazken; Müslümanların gücünü, barışı, İslam'ın cihad ruhunu temsil eden, kılıçla minbere çıkma geleneğini eleştirenler kendi kültür ve tarihlerine Fransızlardan daha fransız kalmışlar demektir.
Devlet Başkanımızın, Fatiha Sûresi ile Bakara Sûresinin ilk 5 ayetini okuması, merasimi canlı izleyen İsrailli gazetecileri bile ürpertmişse; Ayasofya'nın açılması doğrudur. Verilmek istenen mesaj yerine ulaşmış demektir. İçimizdeki münafıklar, Cuma namazından bu tarafa, sosyal medyadan, Ayasofya üzerinden Müslümanlara kinlerini kusmaya devam ediyorlar. Onlara Ali İmran Sûresi 119. Ayeti Kerime'nin meali ile cevap vermek gerekiyor. "Kininizden (kahrolup) geberin! Şüphesiz Allah kalplerinizin özünü, gizlediğini bilir."
İslam'a, Müslümanlara, İslam'ın müesseselerine, kurumlarına içten içe düşmanlık besleyip, sair zamanlarda Müslümanmış gibi gözüküp, bu tür olağanüstü durumlarda ya da fırsat bulduklarında kinlerini kusmak için tetikte bekleyen gürüha şunu hatırlatmakta fayda var. Amacımız kimseyi itham etmek veya tekfir etmek değildir. Kalplerde olanı yalnız Allah bilir. Biz zahire göre hükmederiz. Düşmanlığınızı gizlemek için fazla uğraşmayın. Mızrak çuvala sığmıyor artık. Boyanız döküldü, foyanız ortaya çıktı. Müslümanların gözü yavaş yavaş açılıyor ve sizlerin kim olduğunuzu cümle alem biliyor. Doksan-yüz yıldır kendinizi gizlemek için bunca yıl efor sarf ettiniz. Sonuç fiyasko. Ayasofya'nın açılmasıyla, ümmetin de gözü açılıyor ve siz de kendinizi çok aleni bir şekilde açık ediyorsunuz. İnsanlığın kültür mirası, tarihi eser, sanat eseri, hümanizm vb. hassasiyetlerin arkasına sığınmanız, kemalist maskesi takmanız da kamufle etmeye yetmiyor. Lozanı kutlamak hangi çaresizliğin ürünü?