Uluslararası çapta kendini ispat etmiş, hayatını İslam’ın anlaşılmasına ve mazlum Müslümanlara adamış bir İslam âliminin vefatından sonra, işleri İslam birliğini dinamitlemek olan mezhepçi fitne odakları, Ebu Bekir Sifil’in, 6 Haziran 2018’de kaleme aldığı ve içi mezhep bağnazlığı ile dolu bir yazıyı paylaşıma sürdüler. Toplasan Karadâvî’nin ilminin zekâtı bile etmeyecek olan Sifil, yazısında şu incileri döktürüyordu:
“…Yusuf el Karadâvî, İslam’da Helal ve Haram adlı kitabının daha ön sözünde kendisinin mezhepsiz olduğunu itiraf etmektedir. Bu kişi için fazla söze gerek yok aslında. Mezhepler arası çelişkilerde tam ve kesin hüküm vermek mecburiyetindeymiş. Belirli bir mezhebi taklid etmeyi kendine yakıştıramamış, taklid aklın çalışmasını durdururmuş. Yalnız bir mezhebin esiri olmak O’nun gibi bir ilim adamına yaraşmazmış! Şimdi bu kitap, bu itiraflardan sonra nasıl okunur? Adam açıkça mezhep tanımaz olduğunu beyan ediyor. Belki de kendisini mutlak müctehid olarak gördüğü için bunları söylemiştir(!) Bu gibi mezhep tanımazlardan neler duymadık ki…”
Akademik kariyeri olan birinden böyle ayrıştırıcı ve mezhep fanatizmini körükleyen sözler işitmek ne acı! Bundan dolayı Sifil’in bu sefil tutumunu kınıyorum. İlim, “geçmişi günümüze tekrar ederek nakletmek” değildir. Bu tür bağnaz hocalar, üretme yerine tüketmenin peşindedirler. Bunlar deve sidiği uzmanıdır. Bunlara “İbareci Hoca” denir. Geçmişe ait dinî metinleri okurlar, tercüme ederler, üzerinde düşünmeden günümüze giydirmeye çalışırlar. Bilgi hamalıdırlar. Bunu da ilim sanırlar.
Geçmiş âlimlerimizi biz saygıyla anarız, günümüze hitap eden içtihatlarını alır kullanırız. Günümüze hitap etmeyenlerini de kendi asrında bırakırız. O günün toplumunun problemini çözmüş olabilir ama bugüne dar geldiği için kendi devrinde bırakırız. Bugünü en iyi tanıyanlar günümüzün âlimleridir. Bugünün problemlerine en uygun içtihatları onlar ortaya korlar. Çünkü müctehid, yaşadığı devrin kültüründen, siyasi, sosyal, ekonomik olaylarından ve içinde bulunduğu coğrafyadan etkilenerek içtihadını ortaya kor. İmam Şâfi’nin, aynı konuda Hicaz’da verdiği fetvalarla Mısır’da verdiği fetvaların farklı olması bu gerçekten dolayıdır.
İctihad, İslam’ın değişime uygun olan konularında olur. Sabitelerinde içtihada mesağ yoktur. Ebu Bekir Sifil, Zâhid el-Kevserî’den naklettiği “Mezhep tanımamazlık, dinsizliğe köprüdür” sözü üzerinde hiç düşünmüş müdür? Bu söz, Kevserî dediği için nass hükmü mü kazanmıştır? Bu konuda Kitap ve Sünnetten delili nedir? “Ben dedim oldu” kafasıyla mezhep savunuculuğu yapılamaz. Bir kimse; “Ben bir konuyu açıklığa kavuşturmak için, herhangi bir mezhebe bağlı kalmadan mezhep imamlarının görüşlerine bakarım ve problemimi çözen içtihatla amel ederim” dese veya “Âlimlerin çoğunun içtihadına/cumhuru ulemaya uymayı kendime mezhep/yol edindim” dese, ya da “Kitap ve Sünnete vukûfiyetim vardır. Dinî bir konuya açıklık getirmek için Kur’an ve Sünnete bakarım, bulursam onlarla amel ederim, bulamazsam İslam’ın genel hükümleri ile hareket ederek sonuca ulaşırım” dese, “Hayır yapamazsın!” demeye delilin var mı? Böyle diyebileceklerine benim delilim var. Rasûlullah (sav) sapıklığa düşmemenin adresini Veda hutbesinde göstermiştir: “Size iki şey bıraktım ki, onlara sarıldığınız sürece sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti.” (Malik, Muvatta, Kader 3).
Müslüman, inançlarını ve iddialarını Kur’an’a ve sahih Sünnete dayandırmak zorundadır. Bütün görüşler bu ölçüye vurularak değerlendirilir. Bu ana ilke ile ilgili İmam Şafi şöyle der: “Bir söz söylediğimiz vakit onu Allah’ın Kitabı ve Rasûlüllah’ın Sünnetine arz ediniz. Eğer onlara uyuyorsa kabul ediniz, uymuyorsa reddediniz ve sözümüzü duvara çalınız.” (İbnü’l Kayyim, İ’lamu’l Muvakıîn, 2/361).
Öyleyse “Mezhep tanımamazlık, dinsizliğe köprüdür” sözünü söyleyen hangi delile dayanıyor? Yoksa iman esaslarının yedincisi de mezheplere inanmak ve bir mezhebe mahkûm olmak mı?
Evet “Mezhep, bir ihtiyaçtır, herkes Kur’an ve Sünnetten hüküm çıkaramaz, delilleri inceleyemez. Böyle kişiler bir mezhebin içtihatlarına uyarlar” dense bunu anlarız ve başımızın üzerine koyarız. Ama bunu iman esası haline getirenlere ve “Hangi mezheptenseniz o mezhebin âlimlerinin içtihatlarının dışına çıkamazsınız” diyenlere de “Hâtû burhânekum/delilinizi getirin” diye sorarız. Zaten halkın da mezhebi olmaz. Allah aşkına söyleyin “Ben Hanefiyim” diyen kaç kişi Hanefi mezhebinin usulünü biliyor? Nasıl hüküm çıkardıklarına, delilleri nasıl kullandıklarına vâkıf? Aynı sorumuz diğer mezhep mensupları için de geçerli. Bir Şâfi müntesibi Şafi usulünü ne derece biliyor? Bunlar ilim ehlinin işidir. Halk, bulunduğu bölgede hangi mezhebin içtihatları ile amel ediliyorsa o alanda yazılmış ilmihal kitaplarını okuyarak dinini yaşamaya çalışıyor. Halk, bilmediğini de ilim ehli âlime sorar, o âlim de o kişinin durumuna göre fetvasını verir. Bu verdiği fetva herhangi bir mezhep imamının içtihadı olabilir. Halkın mezheple ilgisi bunun ötesine geçmez. Onun için “Halkın mezhebi, müftünün fetvasıdır” denmiştir.
Demek ki, “Bilmiyorsanız ilim ehli âlimlere sorun” (21/Enbiya:7) ayeti gereğince bilmeyenler, ilim ehline sorar, ondan aldığı cevapla amel eder. O ilim ehli de ister bir mezhebe göre, isterse kendi içtihadına göre fetvasını verir. İş bu kadar kolaydır. Her dönemin âlimlerinin kendi durumlarına göre icat ettikleri içtihat şartları ile ilgili malumat yığınını protokol olarak, itiraz sadedinde benim önüme koymayın. Onların standardı, kendilerine göredir, görecelidir. İctihad için bir dönem şart koşulan, başka bir dönem şart koşulmamıştır. Bana subjektif ve değişken ictihadî ilkelerle değil İlahî ve Nebevî ilkelerle gelin.
İşte merhum Yusuf el-Karadâvî de ömrünü İslam’a adamış bir müctehid âlim olarak olaylara mezhepler üstü çözüm getirmiştir. Getiremez mi? Ebu Bekir Sifil’den icazet mi almalıydı? Zaten müctehid bir âlimin bir mezhebe bağlı kalması caiz değildir. Kaldı ki Karadâvî eserlerinde mezhep imamlarının görüşlerini ortaya kor ve kendi tercihini de belirtir.
Ben bu mezhep holiganlarına soruyorum: Siz, tarihselciliğe karşı olduğunuzu avazınız çıktığınca haykırıyorsunuz. Gayet güzel. Peki, bu dini dört mezhebe tıkayarak “Kur’an ve Sünnet dört mezhep imamının devrinde didik didik edilmiş, söylenecekler söylenmiş, yapılacak ictihatlar yapılmış ve artık ictihat kapısı kapanmıştır. Yeni içtihatlara gerek yoktur” demek suretiyle Kur’an-ı Kerim’i dürüp büküp hayattan kaldırarak sadece ölülerin ruhuna okunan bir dua kitabı haline getirip mezhep imamlarının döneminde dondurarak O’nu tarihe gömmüş olmuyor musunuz? Bu tutumunuz tarihselci anlayışın değişik bir versiyonu değil mi?
Mezhebi, dini anlama ve yaşamada kolaylık değil de din yerine koyan holiganlar ne derse desin, âlimlerimiz kıyamete kadar Kur’an ve Sünnet’ten ilhamını alarak asrın idrakine İslam’ı söyleteceklerdir. Hâlâ anneannelerinin yağını kullanan mezhep mutaassıbı kelaynak kuşlarının da -inşaallah- bir gün sonu gelecek ve İslam’ın anlaşılmasının önündeki en büyük engellerden biri de böylece yıkılmış olacaktır. Çünkü Kur’an’ı keyfî yorumlama ne kadar tehlikeli ise, insanları Kur’an ve Sünnet delillerinden uzaklaştırarak kişilere çağırmak da o kadar tehlikelidir.
Sahabe, tabiûn ve müctehid imamlar arasında taassuba rastlanmaz. Onlar Müslümanları ictihad ve ittibâya yâni delilini bilerek bir görüşe uymaya teşvik etmişler, birbirlerini takdir etmiş ve biri diğerinden istifade ederek bir ilim ailesi halinde yaşamışlardır.
Dört büyük mezhep imamlarında da geniş ufuk ve müsamaha vardı. Taassuba giderek mezhepçilik yapanlar, daha sonra gelen mezhep içindeki mukallitlerdir. Bunlar kraldan daha kralcı kesilerek mezhep kavgalarına sebep olmuştur. Bu kavgalara son vermek için mescid içinde dört mezhebe ait mihraplar ihdas edilmiştir. Şam’daki Ümeyye camiinde ve Diyarbakır Ulu camiinde bu garabeti görmekteyiz. Şimdi o mihraplar kullanılmıyor. Sadece biri kullanılıyor. Mezhepleri ne olursa olsun tek bir imamın arkasında namazlarını kılıyorlar elhamdülillah. Mezhep fanatizminin hâkim olduğu dönemde Müslümanlar, kendi mezhebinin dışındaki bir imamın arkasında namaz kılmıyorlardı. Bir Hanefi, Şafi birinden kız alabilir ama onlara kız veremez diye fetva veren sözüm ona âlimler(!) gelip geçmiştir bu ümmetin içinden… Günümüzün mezhep holiganları bunu yeniden mi hortlatmak istiyorlar?
Büyük İmamlarımızdan birkaç örnek davranış nakledecek olursak:
Şafiler, sabah namazının farzının ikinci rekatında, rükudan sonra, secdeye varmadan ellerini açıp kunut okurlar, onlarda sünnettir. İmam Şâfi, Bağdat ziyaretinde Ebû Hanife'nin kabri civarında sabah namazı kılarken -Ebû Hanife'ye hürmeten- kuntu terk etmiştir. (Zebidî, Ukûdu'l-Cevâhir, İst. 1309, s. 9).
Abbasi Halifelerinden Harun Reşit, İmam Malik’in Muvatta adlı eserini tek resmi kitap haline getirip bütün medreselerde okutma kararı almak istemişti. Bunun üzerine İmam Malik, Halife Harun Reşit’e hitaben: "Muvvattâ'ı tek kanun haline getirme; çünkü ulemanın farklı görüşleri bu ümmet için rahmettir, herkes kendine göre sahih olana uymuştur, hepsi hidâyet üzeredir ve her biri Allah'ı murat etmektedir..." demiştir. (İbn Âbidin, Reddu'l-muhtâr, c. I, s. 51).
İmam Âzam; “Allah’ın Kitabı’na ve Rasûlü’nün sünnetine ters düşen bir şey söylemişsem benim görüşümü terk edin.” (Nasruddin el-Elbânî, Sıfâtu Salati’n Nebi, Trc. S. Başaran-Y.Vehbi Yavuzs.21).
Ve “Nereden aldığımızı bilmedikçe hiç kimseye bizim görüşümüzle hareket etmesi helal değildir” diyerek Kitap ve Sünnet delillerine çağırmıştır. (İbnü’l Kayyım, İ’lamu’l Muvakkıîn, 2/309).
İmam Malik; Rasûlullah’ın (sav) kabrini ziyaret esnasında: “Masum olan şu kabrin sahibinden başka her insanın sözlerinden bir kısmı alınabilir de terkedilebilir de.” (Takuyyiddin es-Subkî, el-Fetâvâ, 1/48)
Zamanındaki âlimlerden herhangi birini taklit etme hususunda kendisiyle istişare eden bir şahsa Ahmet b. Hanbel: “Ne beni, ne Mâlik’i, ne Sevrî’yi, ne Evzaî’yi, ne Nehâî’yi ve ne de onlardan başkasını taklit et. Şer’î hükümleri onların aldıkları yerden al” diyerek Kitap ve Sünnete çağrı yapmıştır. (Kasımî, Kavâidü’t Tahdis, s.51-52; İbnü’l Kayyım, İ’lamu’l Muvakkıîn, 2/182)
Görülüyor ki büyük insanlar küçük ve ucuz işlerle uğraşmamışlar. Zaman içindeki mezhepçi çömezler, mezhepleri İslam’ı yaşama kolaylığından çıkarıp din edinerek Müslümanları ayrıştırma aparatı haline getirmişlerdir. Allah onları ıslah etsin.
Şu iyi biline ki hakkında, herkes tarafından aynı şekilde anlaşılan muhkem ayet ve hadis olmayan konular içtihada açıktır. İctihada açık olan konular da ihtilafa açıktır. Âlimlerin ihtilafı da bize rahmettir. Hiç kimse bu rahmetin önünü kapatamaz. Yüce İslam’ı dört mezhebe indirgeyemez. Donanımlı olan ulema her devirde şer’i delilleri kullanarak hüküm çıkarma hakkına sahiptir. Merhum Yusuf el-Karadâvî de o âlimlerden biri idi. Ruhu şâd, mekânı cennet, makamı âlî olsun. Vesselam.