Mevlana’yı Ortodoks ve heterodoks biçimde anmak

Ömer Tokgöz

Mevlana ve Mevlevilik yüzyıllar ötesinden bugüne gelen ve önemini koruyan tasavvufi bir ekol. Temel sıkıntı Cumhuriyetin ilanı sonrası katı laiklik politikaları gereği dergâhların kapatılmış olması ve hukuki açıdan yasaklı bir faaliyet alanı olmasında yatıyor.

Konya asitane özellikli ve Mevleviliğin merkezi olan bir dergâh anlamında bir faaliyeti kesintiye uğramıştır. Erken cumhuriyet döneminde başlayan bu durum gelişen konjoktür etkisiyle ve anıtkabir inşası nedeniyle yasak 1946’larda esnetilmiştir. Kapalı olan Mevlana dergâhı ve Hacı Bektaş dergahı müze olarak faaliyete açılmıştır. Çok partili dönemde de devam eden bu müze ve türbe konsepti içinde o günlerden bugünlere Halk evinde düzenlenmeye başlayan Mevlana ihtifali denilen anma programları yapılıyor. 1946' da 673.ölüm yıldönümünde bir günlük bir anma konferansı ile başlar ve daha sonra bir iki gün süreli konferans, seminer, sema gösterileri yapılmış olup Şeb-i Arûs temalı anma programları günümüzde kamu kurumları ve dergâh temsilcilerinin katılımı ile on gün süren bir takvimde yapılıyor. (https://semazen.net/kronolojik-olarak-mevlana-ihtifalleri/)

İhtifal programları keşke bu amaçla bir dernek kurularak yürütülüp ilk başlangıçta olduğu gibi resmi kurumlara bırakılmasa idi. Bizatihi dergahı temsil eden insanlar eliyle ve bir sivil oluşum olarak İnas Çelebi eliyle veya dergahı soydan/ocaktan temsil eden bir Çelebi eliyle yapılsa idi. Törenlere ve final gecesi olarak icra edilen Şeb-i Arûs'a tasavvufi yönde bir müktesebatı olmayan kamu kurumları müdahil olmasa idiler. Merhum Fevzi Halıcı eliyle ve Konya Turizm Derneği olarak 1961yılından itibaren 26 yıl yürütülen çalışmalar bugünde sitayişle ve kendisine teşekkürle anılmaktadır.

Sıkıntı şu ki biz öncelikle Konya’da sade Konyalı olarak Mevleviliğin ne olduğunu bende dahil doğru düzgün bilmiyoruz. Dillerde pelesenk olmuş klasik ne olur isen ol gel, yedi öğüt vb. klişe laflar ötesinde fiilen bir dergâh terbiyesi ve tasavvufi neşvenin sunulduğu bir ortam bulunmuyor. Özellikle bir mesnevi okulu anlamında bir Mevlana’yı anlama, Mesneviye aşinalık kazandırıcı bir oluşum, Mevlevi adabına uygun bir kişisel gelişim ve terbiye atmosferi bulunmuyor.

Her sene yapılan rutin sema gösterisi (zikir aslında) ve ayini şerifler ile ve 40 yıldır programlarda aynı kişiden duyulan ilahi dinletisinden artık herkese gına gelmiş durumda. Maalesef yapılan programlar yıllardır min gayri haddin ve la teşbih ve la temsil sadece dergâha gönül verenler ve elit bir grup tarafından hikmeti bilinen rituel icrasından ibaret kalmaktadır. Çok anlaşılmaz bir üslup ile 125 yıl önceki ağır bir dil ve kelimelere dayalı ayin-i şeriflerde ortalama iki saat süresince adeta opera/şan/solfej gibi bir hanende ve sazende heyeti ve semazenler tarafından moda deyimle sahne performansı icra edilmektedir. Ses sanatı icrasıyla geçen bir raks döngüsü ve sema mistifikasyonu yerine daha güncel bir dil ile beste yapılmalı, daha anlaşılır ilahiler ile sema ve zikir yapılmalıdır.

Tabi ki başlıkta sözünü ettiğimiz Ortodoks ve heterodoks kavramları geniş bir değerlendirme ve açılım alanına sahiptir. Din sosyolojisi bağlamında Yrd. Doç. Zeki Uyanık tarafından yapılan bir akademik çalışmada: “Türk toplumsal tarihi ve Türklerin arasında görülen farklı İslamiyet yorumları bağlamında ele almaya gayret ediyoruz. Yüksek İslam derken kastedilen merkezinde medrese ve ulemanın olduğu, kaynağını Kur’an ve hadisten alan, İslam medeniyeti tarihinde tarihteki birçok devlete resmi ideoloji de olmuş Ortodoks bir İslam yorumundan bahsediyoruz. Şehirli olması, sistematik kurallara bağlı olması, İslam’ın monoteistik (tektanrıcı) yanlarını vurgulaması, yazılı kültüre dayanması, kurumsallaşmış olması ve siyasal otorite ile yakın ilişkide olması Ortodoks yüksek İslam’ın en öneli özellikleri olarak vurgulanmaktadır. Öte yandan halk İslamı, genelde kırsalda yaygınlık gösteren, heterodoks öğeler barındıran, sözlü kültüre dayalı, çoğulculuğu öne çıkaran, ibadetlerde cinsiyet ayrımı yapmayan, siyasal otoriteye mesafeli ve evliya kültüne önem veren niteliklere sahiptir.” denilmektedir.” (https://jasstudies.com/?mod=makale_tr_ozet&makale_id=26701) Toplumsal yapının ve konjoktürün değişmesi ile bir zamanlar ortodoks olan bazı uygulamalar heterodoks olmakta veya çizgi dışı ve marijinal bulunan yani heterodoks görülen uygulamalar zamanla yerleşik ve Ortodoks bir uygulama olarak kabul görebilmektedir.

Şahsi kanaatim hem Şeb- i Arûs haftası etkinlikleri hem de her hafta sonları Mevlana kültür merkezinde yapılan sema programları yeniden ele alınıp dergah bahçesinde 50-100 kişinin katılımı veya devasa salonlarda 3-4 bin kişiyle seyredilen bir salon icrası olmaktan çıkarılmalıdır. Programlar izleyen herkesin bir İslami terbiye aldığı, irfani ve insani yansımaları hissettiği bir anlam çizgisinde yeniden düzenlenmelidir.

Birde Konya’ dan sonra Türkiye içinde Mevleviliğin hayat bulduğu en önemli dergahların başında Galata ve Bahariye dergahları gelir. Her iki dergâhın İstanbul içinde teamülleri ve gelenekleri Konya gibi kısmen canlıdır. Bu iki ekol dışında da kamuoyuna yansıyan müstakil kadın semazen uygulamasının sakıncası olmasa gerektir. Yanı sıra bazı farklı mahfillerde kadın ve erkek birlikte karma sema yapılması, sema yapan kişilerin tesettürlü olup olmaması gibi güncel gelişmelerde kamuoyuna yansımaktadır. Kafa karışıklığına yol açan bu durumların dergâh temsilcileri tarafından ele alınıp neyin dergâh ritüellerine uygun olduğu veya olmadığı icazet çerçevesinde deklare edilmelidir.

Mülâzım İsmetin emirnamesi ile şunu yapmayın, filanca Avm’de, x eğlence merkezinde ehil olmayan kişiler dahil ne sema ne alternatif Şeb-i Arûs günü yaptırmayız demenin bir anlamı bulunmuyor. Ya da Konya dışında bazı belediyeler ve kuruluşlarca yapılan Şeb-i Arûs organizasyonlarının yanında Konya organizasyonunun sönük kaldığı gibi eleştiriler yapılmaktadır. Şimdiye kadar eleştirilse de bu tür alternatif programları engellemenin veya boykot etmenin ya da bir resmi otoritenin durdurmasını beklemenin normal hayatın akışına da ters olduğunu düşünüyorum. Oysa bu işin en güzeli ve en kaliteli ve en feyiz alınan mistik seviyeli olanı Konya'da ve dergâhın merkezinde yapılır demeliyiz ve bunun için gerekli organizasyon alt yapısını ve kalitesini sağlamalıyız.

Bir diğer önemli husus ise semazenlik ve postnişinlik ve mutrip/saz heyeti ve koro icrasında yer alan kişiler ücretli devlet memurluğu kapsamından acilen çıkarılmalıdır. Devlet merkezli dergâh ve tasavvufi bir eğitim ve koro olur mu? 1925-1960 arası yaşanan koşullar geride kaldığı gibi 1970’lerde olumlu mesafeler kat edilmiştir. 1980 sonrası rahmetli başbakan Özal dönemi Kültür bakanlığı nezdinde tasavvufi mecralara zaten sahip çıkılmıştır. Bu anlamda dergâhın artık kendi müntesipleri ve temsilcileri eliyle, kendi asli vakıf gelirleri eliyle ve sponsorlar aracılığıyla doğrudan faaliyet göstermesi en sağlıklı tutum ve yol olacaktır.

Bu bağlamda dergâh kendi aslına dönerek Konya merkezli bir kongre yaparak kendine bağlı tüm dergâhlara verdiği icazetleri güncellemelidir. Tüm dünya sathında kendi etkinliğini eş zamanlı olarak yürütmelidir. En feyizli ve aslına uygun ayin-i şerif ve kaliteli olanı da ancak Konya' da hissedilir ve icra edilir olmalıdır. Böylece Hz. Pir’in ışığında Konya’da yaşayanlara ve anma programlarına gelen ziyaretçilere yönelik olarak hem dergâhın kadim geleneklerini hem de güncel ve modern yaklaşımlarını gözlemleme imkanı sağlanmalıdır. Tasavvufi portrede irfani sohbet, sema, tefekkür ve zikir ekseninde dergâh eğitimi faslından etkinlikler planlanıp yıl boyunca öyle tatbikata konulmalıdır. Mevlana ekseninde yapılan mistik müzik festivali de yeni bir konsept içinde acizane geliştirmiş olduğum Konya müzik festivali olarak kapsamı genişletilmeli, aşıklar bayramı ve Konya barana kültürü müziğini de içerecek şekilde Mevlana anma törenlerine eklemlenmelidir. (https://www.yenihaberden.com/konya-asiklar-bayrami-14556yy.htm#)

Sosyal medyada önceki yıllarda başlatılan kandil uyandırma ve kortej yürüyüşünün asılsız bir uygulama olduğu da gündeme geldi. Son iki üç yıldır yapılan bu eleştiriler üzerine bu kandil uyandırma ritüeli artık yapılmıyor. Acizane bir iki kelamda bu fasılda dillendireyim: Ülkede elektrik yok iken bilumum hanelerde ve dergâhlarda ve Ehl-i Beyt geleneğinde bir araya gelinen cem evlerinde ortalığı aydınlatmak için kandil ve mum yakmak işi ve geleneği vardır. Buna Mevlevi adabında kandil uyandırmak deniliyor, mesela buna benzer biçimde sema ayinlerinde kullanılan musiki aletlerine lafzen de olsa kıymet ve şeref atfediliyor. Mesela vurmalı bir çalgı olan mutrip heyetinde kullanılan kudüm isimli ritm aletine Mevlevi adabında kudüm-ü şerif denilerek bir tür kıymet ve yücelik atfediliyor.

1001 günlük Mevlevi çilesi ve dervişlik eğitiminde mutfaktan başlayarak aday mürit; her tür temizlik, keşkülle eşya satın almak ve/veya dolaşarak esnaftan hayır dilenmek dahil nefis terbiyesi kapsamında dergahta bir çok işçilik yapıyor. Belki bir 700 yıl, elektrik gelinceye kadar dergâhta aydınlatma ve güvenlik amaçlı kandilleri dolduran, yakan ve söndürme işini yapan da makbul bir derviş davranışı oluyor. Benzer biçimde Ehl-i Beyt dergâhları olan cem evlerinde Nur süresi okuma, meal ve tefsirinden esinlenme bağlamında ortamı aydınlatmak için görevli kişilerce mumları yakma ve söndürme yapılmaktadır. Dergâhta kandillerin bakımını yapan ve çerağ yakan kişilerin de muteber olması gibi bir durum var. Lakin neredeyse yüz yıldan fazla zamandır şimdi elektrik ve aydınlatma var, dergâh zaten müze olmuş ve ışıkları açmak için artık elektrik düğmeleri ve şalterler kullanılıyor. Hatta artık cep telefonundan kumanda ediliyor. Yani kandil uyandırmak, çerağ yakmak bir derviş vecibesi ve zahmetli bir iş değil vasat ve sıradan bir iş, buna da yücelik atfetmeye lüzum olmasa gerek.

Mevlana anma etkinlikleri kapsamında vazgeçilmez bir rutin olarak resmi erkan ile birlikte ihtifal kortej yürüyüşü yapılması, Şeb-i Arûs günü uzun uzun protokol konuşmaları ve birkaç yıldır yapılan nevbe denilen gülbank söyleme ve zikir çekme işini, kandil uyandırma vb. etkinliklere kim neye dayanarak karar verdi? Yine sormak lazım dergah adabında böyle bir hafta veya Mevlana’nın ölüm yıl dönümünü anma ritüelini sadece miladi 17 Aralık gecesine sabitlemek/ kutlamak hicri takvime göre değişken iken ve bugüne has bir sema ayini öteden beri niye yapılmaktadır? Mesela tarihsel olarak Selçuklu ve Osmanlı döneminde Konya’da bu tür etkinlikler yapılmış mı? dır. Sanki bu işlerin hepsi Cumhuriyet dönemi tesis edilmiş yeni ve nevzuhur bir tasarım gibi geliyor. Siz ne dersiniz.!

Bir de belirtmeden geçemeyeceğim husus bir müslüman günümüz koşullarında Mevlevi esprisi ve dergah terbiyesi alınca sade bir Müslüman insandan ne farkı olacaktır. Mevlana dergâhı temsilcileri ve ilahiyatçıların, mütefekkirlerin bunu önce Konya’lılara sonra Türkiye ve Dünya insanlarına sunması ve izah etmesi lazım. Yoksa kandil uyandırmakla, ihtifal yürüyüşü yapmakla, niyaza durmakla ve sema izlemekle sizce bu faaliyetler sade vatandaş nezdinde ve televizyondan Şeb-i Arûs programını izleyende ne etki bırakabilir diye bir düşünelim. Gelecek sene mesela bu işlerin aynısını izlemek veya katılmanın bize veya yerli ve yabancı turistlere pozitif bir katkısı olabilir mi?

2023 yılına geldiğimizde önceki yıllarda sosyal medyada dile getirdiğimiz ve merhum gazeteci yazar Rıdvan Bülbül tarafından beğenilerek kamuoyuna yansıtılan öneri ve eleştiri kapsamında ise değişen bir şey olmadı. Her yıl güya bir tema belirlenip o başlıkta programlar lanse ediliyor ama dostlar alınmasın ve zülf-ü yâre dokunalım, bu konseptin ne somut bir anlamı ne de gönüllere dokunan bir içeriği maalesef bulunmuyor. (https://www.yenimeram.com.tr/seb-i-arus-un-ardindan-227881.htm)

Bu bağlamda etkinlikleri cazip kılmak ve bir olumlu adımla tamamlamak için önerim her yıl bir onur konuğu alim, fazıl bir bilgin, entelektüel kişi belirlenmelidir. Bu fazıl veya akademisyen kişi insanlara yeni bir söylem ile bir seri konferans yapsa, törenler hicri takvime göre yapılsa daha iyi ve faydalı olacaktır. Şunu göz ardı etmeyelim etkinlikler 1946’dan bugüne büyük emekler verilerek ve kent protokolü bağlamında güvenlik ve huzur içinde başlıyor. Törenler rutin olarak düzgün ve başarılı biçimde geçip gidiyor. Emek ve çilesi çok, organizasyon için herkes elinden geleni yapıyor ama resmiyet ve bürokratik kalıplar içinde dergâh irfanı ve manevi bir kazanım hiç gündeme gelmiyor.

Konya'nın metropol olduğu göz önüne alınarak farklı semtlerde gerek ihtifal süresinde gerek farklı zamanlarda sema ayini icra edilmelidir. Mesela 17 bin nüfuslu Meram Gödene TOKİ'den ve diğer uzak yerlerden kim normalde her hafta cumartesi günleri icra edilen veya ihtifal dönemi esnasında program izlemeye gelebilir. Uydu kent Meram Gödene Toki’den mesela kaç kişi ve aile Saat 19' da evden çıkacak ve en erken gece saat 24’ de evine dönecek, o da arabası olan için bir imkan. Toplu ulaşımla mesela otobüsle gelmesi için otobüs/tramvay olarak 2 gidiş, 2 geliş yapacak ki gidiş geliş için iki koca saat ayırması çok zor, zaten salonlar dolu olduğu için yer bulamaz, önceden rezervasyon gerek vs.

Dolayısıyla sema törenleri için yıl içinde Belediye toplu ulaşım desteği verip belirli semtlerden ücretsiz/ücretli, indirimli tek bilet gibi/bedava/ servis yaparsa bir cazibesi olur. Böylece programlar dar, elit ve kısıtlı bir çerçevede kalmaz halk tarafından da ilgiyle takip edilir. Bir de yeşil türbe esprisi ile uyumlu yeşil alan peyzajının değiştirilip betonarme meydan düzenlemesi yapıp sonrada ortalık amiyane tabirle cascavlak boşalınca günü kurtarmak adına ortalığa kocaman kocaman ferforje saksılar kondurmak ta pek işe yaramıyor.

Son yıllarda bir dikkat çeken icra ise heterodoks sivil çizgide İran'dan gelen bazı turistler veya herhangi bir yerden gelmiş ve cezbeye kapılmış derviş misali türbe önünde gündüz veya gece sema yapan, zikir yapan ve Gonyalı'ların bu anlamda hiç aşina olmadığı kişiler zikir ve sema yapıyor. Konyalıların pek yapmadığı cehri zikir çeken, tef çalan ve işi raks boyutuna taşıyan serbest icralar yapan kadın turistler, kişiler ve gruplar tepki çekiyor.

Yörüklerin deyimiyle bu işlerin mala davara zararı yok ise yani kamu düzenini bozmuyor ise mesele yok, isteyen istediği biçimde türbe alanında tefekkür eder, ilahi söyler isteyen devran döner. Madem Mevlevilik yaşıyor, hep resmi kulvarda, resmi kurum ilanlarında ve programlarında olan etkinlikler makbul sayılacak diye bir şey de yok değil mi? Adam gönlünden geçeni yapıyor, onu da Konya’da Mevlana'nın huzurunda yapayım diyor. Bu da garabet işler diye tepki çekiyor, sosyal medyada da hem fenomen olarak viral oluyor hem de bunlar ne yapıyor kardeşim, yok mu bir yetkili diye de çağrılar yapılıyor. Hem biz ne olursan gel diye ve hoşgörülü ol diye bir sloganı galat-ı meşhur da olsa popüler yapmadık mı? Tebrizli Şems de bir marijinal karakterli kalenderi ve heterodoks müslüman insan olup Konya’ya geldiğinde Ortodoks, sünni ve ortalama bir islami anlayışa sahip Mevlana’nın kişiliği ve hayatı üzerinde yeni bir etkileşim, cezbe hali ve anafor oluşturduğunu da göz ardı etmeyelim.

En başta ihtifallerde kullanılan ve Mevlana hazretlerini temsilen kullanılan fotoğraf karesindeki oturan bir kişi, şişman ve soluk yüzlü bir ihtiyar olarak stilize edilen karedeki kişinin Mevlana’yı temsil etmediği eleştirisi dikkate alınmalıdır. 2016 yılında Mevlânâ’nın 22. kuşak torunları olan Esin Çelebi Bayru ve Faruk Hemdem Çelebi ulusal basına yaptıkları bir açıklamada: “Bizzat Mevlânâ dendiğinde akla gelen bilindik pozların ve figürlerin gerçeği yansıtmadığını ve İran’da 1960’larda yapılan bir resim olduğunu, Konya’ya hediye edildiğini ve sonra da sürekli bu karenin kullanıldığını açıkladılar. Aynı araştırmada “Mevlânâ’nın sağlığında resmi yapılmış mıdır?” sorusu hâlâ belirsizliğini korurken, Eflaki Ahmet Dede’ye ait “Menakıb’ül Arifin” adlı Farsça eserde Mevlânâ, ortanın biraz üstünde boyu olan, çok zayıf, hafif çekik gözlü ve soluk benizli biri olarak tasvir ediliyor. Ayrıca Mevlânâ Müzesi’nde sergilenen hırkası düşünüldüğünde boyunun 1.80 civarında olacağı tahmin ediliyor.”(https://m.haberturk.com/kultur-sanat/haber-amp/1257175-mevlananin-22inci-kusak-torunu-acikladi) Ahmet Eflaki’nin menkıbelerinde tasvir eden eşkal ve şemail dikkate alınarak ve ünlü Madam Tussauds müzesinde bir örneği yer alan balmumu Mevlana heykeli de dikkate alınarak aslına uygun yeni bir Mevlana figürü ile Mevlana hazretlerinin temsili cihetine gidilmelidir.

Hülasa Konya’ya global bir değer katan başta Mevlana hazretleri olmak üzere Çelebi ailesine, kadim geleneği bugünlere irfani bir neşve ile bugünlere taşıyan herkese selam olsun. Vefat edenlere yüce Mevla’dan rahmet dilerim.