Bu satırlarda, kavramlara ilişkin fırsat buldukça değerlendirme yaparak, kendi penceremizden bir bakış oluşturmaya çalışıyoruz.
Haklılık iddiasında değiliz ama farklılık oluşturmanın hikmetine ve bereketine inandığımı ifade etmiş olayım.
Meslek ve görev kavramlarına ilişkin bu satırlarda yer vereceğimiz görüşlerimize, insan unsurunu önceleyerek tanım ile başlayalım.
Tanımlarımızın, sözlükten yardım alarak yapılmadığını da ifade edelim ki, farklılık oluşturmanın maksadına mâtuf bir fiilin sahibi olduğumuz hususunda tereddüt oluşmasın.
Ve başlayalım…
Görev; olağan veya olağan dışı herhangi bir durum, olgu ya da olay için kişinin üzerinde olan, yerine getirilmesinde zaman ve mekân unsurunun ağırlığı olan ve çerçevesi mevzuat ile oluşturulan sorumluluklar bütünüdür.
Meslek ise; icra edilmesinde önemli ölçüde zaman ve mekân unsuruna bağımlı olmayan, yazılı kurallardan ziyade kültür tarafından çerçevelenen, kabiliyet ve gayretin şekillendirdiği meşguliyetler bütünüdür.
Tanımlardan da anlaşılacağı üzere görevde bağımlılık, meslekte bağımsızlık kokmaktadır.
Meslek tanımında başat rol üstlenen kabiliyet ve gayrete, her ne kadar görevi tanımlarken yer verilmese de görevin yerine getirilmesinde kabiliyet ve gayret de elzem olan temel unsurlardandır.
Normal şartlarda, kabiliyetsize görev verilmesi düşünülemez; gayret olmadan da görev tamamlanamaz.
Günümüzde çok sayıda görev sahibinin, görevini meslek kavramı ile tanımladığı, hepimizin malumudur.
Yani, meslek sahibi olmakla görev sahibi olmayı eş tutuyoruz.
Görevini yaparken bir mekâna ve bir zamana ihtiyaç hisseden kişinin görev tanımı ortadan kalkarsa, tahsis edilen mekân elinden alınırsa, bu kişi, meslek olarak isimlendirdiği görevini nerede icra edecektir?
Hâlbuki meslek, belli bir mekana ihtiyaç duymadan yapılabiliyordu. Anlıyoruz ki, bu kişinin bir mesleği değil bir görevi var.
Kendisine verilen görevi, sahip olduğu meslek marifetiyle yerine getiren yok mudur? Elbette vardır ve böyle insanlar gerçekten şanslı insanlardır.
Kelamın güzergahı, merâmın habercisidir.
Diyoruz ki, meslek sahibi olmak zorundayız.
Doktora derslerim sırasında okuduğum bir kitapta, toplumdaki kaos ve karmaşanın en önemli sebeplerinden birinin, zanaatkâr insanların sayısının azalması olduğu, tespitine rast gelmiştim.
Bu tespiti şimdi daha iyi anlamlandırıyor olmalıyım ki, görev ve mesleğin birbirinin aynı şeyler olmadığını savunuyorum.
Dolaylı olarak şunu da savunmuş oluyorum:
Her zanaatkâr aynı zamanda bir meslek sahibidir. Kaos ve karmaşa istemiyorsak, toplumumuzdaki meslek sahibi insanların sayısını artırmak mecburiyetindeyiz.
Hemen aklımıza gelen ilk soru, meslek sahibi miyim, görev sahibi miyim, sorusu ise, kendim için cevap vereyim:
Benim maalesef bir mesleğim yok, görevim var. Devletime, bana verilen görevi yaparak hizmet ediyorum. Görevimin bir parçası olan ‘denetmen’ unvanını tahsis edilen zaman ve mekân unsurlarından bağımsız kullanamam.
Devletimin çıkaracağı bir kanun ile görev tanımlarında ve unvanlarda yapacağı bir değişiklik, meslek olarak gördüğüm görevimin yerinde yelleri estirir. Yel fırtınaya da dönüşse, irademiz hiçbir şeye el vermez. Kurumdan bağımsız, evladüiyalın kaygısı ile de başa çıkamam. Allah muhafaza…
Bu yüzden görev ile mesleğe ayrı pencerelerden bakmak, hepimiz için mecburi istikamet gibi durmaktadır.
O zaman, mesleksiz yaşadığımız kırk dört yılın, evlatlarımız için muhasebesini yaparak çıkaracağımız envanter ne olmalı?
Evlatlarımız için görev sahibi olmalarını mı önceleyeceğiz, yoksa meslek sahibi olmalarını mı?
Onları nereye yönlendireceğiz?
En garanti yol olan ‘sırtını devlete yasla’ güzergahına mı, ‘koluna bir altın bilezik tak’ güzelliğine mi?
Biliyoruz ki, altın bilezik çileli bir yolun sonundadır. Devlette görev sahibi olmak ise, birkaç sınava bakar.
Devlete sırtını dayamaya mı talibiz, devlete sırt vermeye, omuz vermeye mi?
Meslek ve görev kavramlarının farklılıklarını tartıştığımız bu yazıda meseleyi bir bıçak sırtına getirdiğimin farkındayım.
Bu kadar mı önemli, derseniz, mesleksizliğin kaos ve karmaşanın kaynağı olduğu tespitini, benim yapmadığımı söylemem yeterli, sanırım.
Bize, hatırlatmak düştü.