Mescid-i Aksa’ya Yapılan Saldırılar Karşısında Tavrımız Ne Olmalıdır?

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

ABD eski başkanı Donald Tramp’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesinden sonra Siyonist rejim daha da pervasızlaştı, azmanlaştı. Maalesef satılmış bazı Arap rejimlerinin de normalleşme süreci adı altında İsrail’i tanıması ve İslam âleminin bölünmüşlüğü başta Kudüs olmak üzere tüm işgal edilmiş Filistin topraklarının santim santim Yahudileştirilmesinin yolunu kolaylaştırdı. Kadir gecesinden birgün önce Siyonistlerin Mescid-i Aksa’da ibadet eden   Müslümanlara gaz, ses bombaları ve plastik mermilerle saldırmaları Siyonist planın yeni bir aşamaya geçtiğini gösteriyor. İyice iş çığırından çıkmak üzere. İlk kıblemiz, üçüncü mescidimiz ortadan kaldırılmak gibi büyük bir tehlike ile yüz yüze.. Ümmetin izzeti, haysiyeti ve onuru ayaklar altında..

Kudüs, tamamen  Müslümanlardan arındırılarak Yahudileştirilmek isteniyor. Tek tek bir halkın ellerinden evleri, toprakları,  mal ve mülkleri haksız yere gasp edilmek isteniyor. Kudüs’te yaşayan Filistinli Müslümanlar tehcire zorlanıyor. Hâlbuki tehcir, büyük bir insanlık suçudur. Yahudi yerleşimciler Kudüs’te yaşayan Müslümanların evlerine yerleştirilmek isteniyor. Bunun en açık örneğini Şeyh Cerrah mahallesinde yaşananlar gösteriyor. Şu anda bu mahalle hem Siyonistler ve hem de Yahudi yerleşimciler tarafından kuşatılmış vaziyette. Filistinli Müslümanlara  iki seçenek sunuluyor: Ya evlerinizi bize satarsınız ya da biz bu evleri başınıza yıkarız. Bütün dünyanın gözleri önünde bu olaylar cereyen ediyor. İsrail’in hukuk tanımaz, her türlü insanlıktan çıkmış zalimane zulümleri karşısında dünyadan sadece kısık sesler çıkıyor. İsrail biliyor ki, İslam âlemi diye bir dünya kalmadı. Her şey onların güvenliği için dizayn edildi. Mısır’da rahmetli Mursî refah kapısını Filistinli kardeşlerine açtığı için devrildi ve hunharca şehit edildi. Sisi, İsrail’in bekçiliğini yapsın diye iktidara getirildi.

Bütün bu olup bitenler karşısında Kudüs müftüsü feryat ediyor. İslam âleminin yöneticilerine şöyle sesleniyor:  “Ey İslam ülkelerinin liderleri! Biz sizden işgalci İsrail’in bize yaptığı bu zulümlere karşı sadece kınama beyanları yarışında bulunmanızı istemiyoruz. Biz artık, eyleme dönük, sonuç alıcı, hakiki ve onurlu bir duruş sergilemenizi bekliyoruz.” Maalesef, Türkiye’nin dışında, halkıyla barışık, kendine yeten bağımsız bir ülke yok. Çoğu ülke zaten iç karışıklıklar yaşıyor. Diğerlerinin başında da kukla yönetimler var.

Kudüs başta olmak üzere işgal edilmiş Filistin toprakları nasıl özgürleştirilecek? Asıl soru bu.

Birincisi, Filistinliler kendi aralarında iç barışı sağlamalıdırlar.  Geçenlerde,  bir televizyon ekranında Filistin’li bir anne şöyle haykırıyordu: “Filistin’de Hamascı, Fetihçi yoktur, sadece ve sadece Filistinli vardır. Taraflar arasındaki bu çatışma ve bölünmüşlükten Siyonistler istifade etti ve biz çok acılar çektik. Yeter artık, birleşin ve iktidar kavgasına son verin. Yetmez mi bunca masum çocuğun ölmesi, kadınların, yaşlıların ölmesi, evlerimizin başımıza yıkılması, yetmez mi?”  Bu sese mutlaka kulak verilmelidir. Önce, Filistin’de ortaya çıkan bu bölünmüşlük giderilmelidir. İç bünyede meydana gelecek bu birlik, şu anda işgal altında bulunan bütün Filistin topraklarından Siyonistlerin atılmasını kolaylaştıracaktır.

İkincisi, mutlaka Filistin devleti bütün dünyada tanınmalıdır. Kudüs, Filistin’in ebedi başkenti olmalıdır, görüşünden taviz asla verilmemelidir. Nasıl ki, Karabağ 30 yıl Ermenilerin işgalinde kalmış ve bugün bu işgale son verilmişse, böyle bir ortamı Filistin için de hazırlamak gerekmektedir. Bu işi doğrudan başaracak olan Filistin halkıdır. Elbette Müslüman dünya ve az da olsa vicdanı kalmış olan dünya Filistinlilerin bu çabasına lojistik destek verecektir.  Bir yandan da bütün zorluklara rağmen felç halinde olan İslam âleminin  yeniden ayağa kaldırılması ve kendi aralarında birliğin sağlanması için  çaba gösterilmelidir.  Özellikle Türkiye, İran, Pakistan, Endonezya ve Malezya gibi Müslüman ülkeler bu işin motoru olmalıdırlar.

Filistin sorunu çözülmeden ne dünyaya ve ne de İslam âlemine huzur gelir.  Filistin, bizim kanayan bir yaramızdır. Sadece Filistin mi? Elbette, hayır.  Cammu Keşmir, Doğu Türkistan, Kırım ve Arakan gibi Müslüman coğrafyalar da unutulmamalıdır. Bir tarihçimizin dediği gibi: “Toplumlar küfürle ayakta durabilir ama zulümle asla!”. Eğer biz görevimizi yaparsak, zalimlerin korkunç bir şekilde devrildiklerine tanıklık edeceğiz. Onun için Müslümanlar ümit var olmalı ve var güçleriyle de çalışmalıdırlar. M. Akif’imizin dediği gibi:

“Allah’a dayan sa’ye sarıl hükmüne râm ol

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol!.”