Kamu sorumluluğu yürüten kişilerin bireysel tercihlerini işlerine yansıtmamaları beklenir. Yürütülen tüm toplumu ya da önemli bir kesimini ilgilendiren bir meselede ve kamu kaynakları ile hayata geçirilen çalışmalarda sorumluluk bilincinin yüksek seviyede olması gerekir. Belki gündelik hayatında ve kendi bireysel meseleleriyle ilgili durumlarda farklı davranacak olsalar bile kamu söz konusu olduğunda daha duyarlı olmaları istenir. Bu dünyanın her tarafında böyledir. Ama insanlar ya kendi karakterleri icabı veya iş şartlarının zorlaması nedeniyle karakterlerini işlerine istenenden ve olması gerekenden daha çok yansıtabilirler. Çoğu zaman kamusal hayatta ‘olanla’, ‘olması gereken’ birbirinden farklı şekilde ortaya çıkar.
O zaman konuyla alakalı olarak, sorulması gereken temel soruları şu şekilde sıralamak mümkündür: Kişiler arası farklılıklar hangi açılardan ortaya çıkar? Farklılıkların yönetim sorumluluklarına etkileri nedir? Kişileri gruplandırmak ve onlarla alakalı temel bir takım ortak noktaları belirlemek mümkün müdür?
Siyasiler ve bürokratlar gibi kamu sorumluluğunu haiz kişileri bütün bu özellikleri açısından değerlendirmekte fayda görülmektedir. Değerlendirmemizin sıhhat derecesi, kamusal sorumlulukların değerlendirilmesinde de bizlere sağlıklı neticeler olarak yansıyacaktır.
Odaklandıkları alan itibariyle, kabaca dört grup yöneticiden bahsetmek mümkündür: Kuşku, fayda, aidiyet ve zevk. Yöneticiler bu dört amaç için çabalarlar. Bu grupları beraberce inceleyelim:
Birinci grupta yer alan ‘kuşkucu’ kişilerin bütün derdi ‘doğru’ yapmaktır. Bunlar ilişkilerinde mesafeli, kolay ikna olmayan, detaylarda boğulan, mükemmeliyetçi kimselerdir. Sistemli, titiz, soğukkanlı, mesafeli, planlı ve programlı olmaları ile tanınırlar. Dolayısıyla çoğu zaman sonuç alamayan, düşük performanslı kişiler olarak karşımıza çıkarlar. ‘İyi’ yapalım, ‘doğru’ yapayım derken, hiçbir şey yapamama riski ile karşı karşıya kalırlar. Bunlar iş hayatının ‘peşin satan’ tipleridir.
İkinci grupta yer alan faydacılar ise ‘hemen’ yapalım diyen insanlardan oluşur. Aslana benzetilirler. Pratik, esnek, tutkulu ve hızlı olmaları avantajlı taraflarıyken, karşısındakini anlamaya dönük çaba sarf etmemeleri, af ve hoşgörüye yer vermeyen, aşırı özgüvene sahip ve hızlı kararlar veren insanlar olmaları da dezavantajlı taraflarıdır. Aceleci olduklarından hata yapma ihtimalleri çok fazladır.
Üçüncü grupta yer alanlarsa yardımsever, uyumlu, iyi dinleyici, takım oyununa yatkın, çatışmadan kaçınan, değişimden hazzetmeyen tiplerdir. Bunlar aidiyet, korumacılık, babacanlık özellikleriyle/hisleriyle ön plana çıkarlar. Bunların problemli yönleri daha çok fikir beyan etmeme, değişimden kaçınma, pasif olma şeklinde kendini gösterir. Bunlar ‘uyumlu’ yapalım ‘uyumlu’ olalım diyen gruptur. Bunlar iş hayatının ‘veresiye satan’ tipleridir.
Dördüncü ve son grupta yer alanlarsa ‘zevki’ hedef haline getiren insanlardan oluşur. ‘Birlikte yapalım’, ‘hep birlikte eğlenelim’ derler. Komik, eğlenceli, konuşkan, yüksek keşif yeteneğine sahip, değişimi seven insanlardan oluşur. Öte yandan odaklanma güçlüğü çekmeleri, dağınıklık, sözünde durmama, alınganlık, ihmalcilik gibi temel bir takım sorunları da bulunur. Bu gruptakiler için ‘birlikte’ yapmak çok önemlidir.
Bütün bu gruplar yukarıda da ifade ettiğimiz gibi kişilik özelliklerinden kaynaklanır. Dolayısıyla, kısa zamanda ve dışarıdan baskılarla değiştirilmesi o kadar kolay olmasa da baskıyla ‘şekil’ değiştirebilirler. Hatta çoğu zaman kurumların ‘yukarıdan’ yönlendirildiğini söylemek yanlış olmaz. En tepede kim varsa, onun kişilik özellikleri alttakilere yansır. At eğer ‘sahibine göre’ kişniyorsa o zaman sahiplerinde yani en tepedekinde bir problem var demektir. Genellikle insanlar inanmadıkları, tasvip etmedikleri halde ‘rol’ yapmak durumunda kalırlar. Böyle bir durumda zaten ‘performans’ adına, ‘vatan-millet’ adına hiç de faydalı olmayan neticeler ortaya çıkar.
Bu noktada bizim sorumuz iyi niyetli ve maiyetine dayatma yapmayan kişilere dönük olacaktır: Peki, bu insan kaynakları profili ile kurumlar ve yöneticiler ne yapabilirler? Eğer insanlar değiş(tiril)emiyorsa var olan kaynaklar nasıl daha etkin kullanılabilir?
Bir de ‘radikalizmini yitiren’ siyasetçi ve bürokratlar var. Bunlarla ilgili ‘Demir Leydi’ unvanına sahip eski İngiliz Başbakanı Margaret Thatcher’in sözlerine kulak verelim: “Göreve geldiğim zaman ‘sakala göre tarak’ vuran bürokratlarla da mücadele etmem gerekiyordu. On yılı aşkın süredir aynı makamı işgal eden, değişim ve dönüşüm duygusunu yitirmiş dinozorlarla da savaştım. Yaptıkları şey ‘bakan, başkan ne söylersem hoşlanır’ diye düşünmek ve onu uygulamaktı. Bunların hepsini temizledim”.
Bu sözleri bakanlıklara uygulayalım. Genel siyasete uygulayalım. Belediyelere uygulayalım. Radikalizmini yitirmiş, değişim kaygısı olmayan ama sadece ‘başkanı mutlu etmeye çalışan’ tipler toplum açısından büyük tehlike oluşturuyorlar. Meseleye sahipleri gözleriyle bakan, ‘onların ağrılarını, acılarını en iyi nasıl hissederim, bu durumda onun hoşuna an fazla ne gider’ diye düşünmekten işine zaman ayıramayan şahıslardır.
Doğru olan çalışanların yukarıda sıraladığımız dört tipten hangisine daha yakın olduklarını tanımaktır. Her birinin kendine göre avantajlı yönleri bulunuyor. Doğru kişi, doğru yerde istihdam edilebilirse doğru neticeler alınır. Ancak, çoğu zaman göreve getirirken ‘sadakat’ her şeyden önce geldiği, en iyi ‘yağdanlığı’ seçmenin en doğru seçim olduğu şeklindeki takıntılar hep hata yapılmasına neden olur. Böyle olunca da şehir ilerlemez, memleket geri kalır, kamusal sorumluluklar tam manasıyla yerine getirilemez.
Okuyucularımız bu sıraladıklarımı lütfen bildikleri kurumlara uygulasınlar. İnsanlar o görevlerde niçin tutuluyorlar bir baksınlar. On yıl orada durmuş ama ‘olmasa da olan’ insanlar var. Bu tiplerin ‘kerametleri kendilerinden menkul’: Soru sorulamaz, eleştiri yapılamaz. Bir başkası olsa belki fark etmeyecek, belki de daha iyi olacak. ‘Burunlarından kıl aldırmazlar’. Yaptıklarının eleştirilmesinden nefret ederler.
Bu değerlendirmeyi yapmadan, soruları sormadan, olumlu cevap almadan Konya’nın ilerlemesi mümkün mü? Türkiye’nin ilerlemesi mümkün mü? Peki, yeteri kadar değerlendirme yapılıyor mu? Sanmıyorum. İşlerin çoğu zaman ‘el yordamı’ ile gittiğini düşünüyorum. Cumhurbaşkanlığı Vizyon Belgesi Açıklama Toplantısı’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan bunun böyle gitmeyeceğini deklare etti. Seçim dönemi boyunca kamuoyuna açıkladı. Başbakan Davutoğlu hakeza. Kurumlar kıpırdanmalıdır. Doğruyu bulmalıdır. Yoksa?
Benim anladığım, analiz etmeye çabaladığım, kafa yorduğum Yeni Türkiye’de eski alışkanlıklara yer yok. Eski siyasilere yer yok. Eski bürokratlara yer yok. Milat 2015 Genel Seçimleri. Ondan sonra ‘hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’.
Benden söylemesi…