Abdullah Harmancı Hoca, sekizinci ve şimdilik son kitabı olan Behçet Bey Neden Gülümsedi? adlı öyküsünü 2019’da yayımlamadan önce 2016 basım Melek Kayıtları adlı öykü kitabını okurlarına sunmuştu. Bu haftaki yazımızda Melek Kayıtları öykü kitabını tanıtıp içinden çok beğendiğim birtakım bölümleri alıntılayacağım.
İz yayıncılık tarafından basılan Melek Kayıtları, “Ressam Mavi”, “Alabora” ve “Kanatsız Kapılar” başlıklarını taşıyan üç bölümden oluşmaktadır. İlk iki bölümde uzun hikayelere yer veren yazar son bölümde şiir tadında kısa hikayelerle okuru buluşturuyor.
Öykülerinde yoğun bir şekilde ölüm teması hissedilen yazar; kendini sorgulayan, hayatı ve ölümü düşünen, iç hesaplaşmasını yapmış Müslüman kimlikteki karakteri karşımıza çıkarıyor. Koca koca şehirler içinde betonlar arasında kalmış konforlu evinden bir anda ayrılıyor ve mezarlıklar arasında gezintiye çıkıyor. Muhasebe yapıyor, okura da kendini hesaba çekme fırsatı tanıyor.
Çok farklı mekanları içinde barındırıyor öyküleri. Genellikle Konya merkezden belli mekanları, Asıl Dondurma, İplikçi Camii, Mevlana Caddesi vs anlatırken yüzünüzde tatlı bir gülümseme beliriyor. İşte benim memleketimden bahsediyor diye. Derken bir anda kendinizi Paris sokaklarında, Tuna Nehrine bakarken, Prag Kalesi üzerinde, Avrupa’da yahut Viyana’da bulabiliyorsunuz. Farklı öykülerinde mekanı hayli geniş tutmuş kısacası.
Yazar, tıpkı fotoğraf karesi gibi kesit öyküler yazmış. Yaşanmış küçücük bir anın karesini getirmiş okurlara betimlemiş, hissiyatını insanlara en içten duygularıyla sunmuş. Anlatıcı bakış açılarını çeşitli kullanmış. Bununla birlikte hemen tüm öyküleri yaşanmış izlenimi vermekte hayatın içinden realist gözlemlere dayalı anlatılardır.
Bir diğer mevzu, yine kahraman bakış açısıyla ele aldığı öykülerde özellikle bir şey dikkatlerden kaçmıyor. Haftalık yazan bir yazar var. Yazdıklarını eleştiriyor, yahut beğenmiyor. Dahası yazmayı bırakmak istiyor. Yazma yükünün dahi hesabının sorulacağı bilinciyle, fazlaca hassas ve nahif bir yazar kimliği okurların karşısına çıkıyor.
Yazar bilhassa iki öyküsünde delilere ve meczuplara yer vermiş. Hani dedik ya hayatın içinde olanı gelmiş ince ince dokumuş öykülerine kondurmuş. “İsmimin Baş Harfleri” adlı öyküde Giritli meczup “AHH!” diyor. “Ağustos” öyküsündeki Mustafa adlı delinin “Bilmiyorlar ki ne kazıyorlar” sözü kitap bittiğine dahi kulaklarımızda yankılanıyor.
Son bölümde yer alan “Uçar” ve “Yansı” adlı öyküleri öyküden çok serbest nazmı çağrıştıran şekle sahip. “Uykularından Doğan” öyküsünü okuduğunuzda ise tıpkı ikinci yeni şiiri okumuş gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Anlatımı kapalı. Bu yönüyle ilk bölüm öyküleriyle üçüncü bölüm öyküleri birbirinden oldukça farklı.
“Irmakların Anası” öyküsü ise masal üslubuyla başlıyor ve siz-biz ayrımı yapanlara, şucu- bucu diye bir diğerini dışlayanlara cevap niteliğinde olmuş.
Hayatın içinden çok sık karşılaştığımız fakat bazen hiç farkına bile varmadan hızla geçip gittiğimiz anları fark etmiş ve harika bir gözlem sonucu kelime hazinemize de yenilerini ekleme katkısında bulunarak öyküye dökmüş. Bunlardan beğendiğim birkaç parçayı paylaşmak istiyorum:
“ Ahh ki ahh öyküler beddualar gibidir ömrümden geçip gittiler… Ben gençliğimi-ansızın acıyla gülümsedi- ben gençliğimi öykü okuyarak harcadım.” sf.10
“Bunca çabanız, bunca hırsınız, bunca tutkunuz, bunca öfkeniz, bunca emeğiniz, bunca arzunuz, bunca nefretiniz, bunca stresiniz, bunca gıybetiniz, bunca şikayetiniz, bunca üzülüşünüz, bunca sevinişiniz, kütüphanelerin arşiv salonlarında tozlanıp küflenecek, evlerin çatı katlarında küflenip tozlanacak, sahafların selüloz tahini kokan dehlizlerinde istiflenip unutulacak, hamalların ellerinde kirlenip buruşturulacak, eskicilerin arabalarında sarartılıp karartılacak; soldurulacak, buruşturulacak, tozlandırılacak, sarartılacak, karartılacak, çürüyecek, küflenecek kitaplardan bir kitap daha yazmak için mi? Diye sormuştu” sf.25
“ Aradığım, zihnimi meşgul etmeyecek bir sıradan akıştı. Aradığım sızlamayan bir vicdandı. Aradığım mutmain bir kalp mutmain bir bakıştı. Aradığım aynalara yansıyacak bir tebessümdü. Haftada bir kitap okuyayım iki haftada bir yazı yazayım. Ayda bir hatim ineyim. Böylece ne yazmıyorum diye. Ne okumuyorum diye. Ne de Allah’tan uzaklaşıyorum diye bir endişem olmasın istiyordum.”sf.36
“…hangisi salih amel hocam, içinizdeki sesleri bastıramadığınız için doktor oldunuz hocam basit bir ilköğretim okulunda çalışıyor dedikleri zaman içiniz burkulmasın diye bu kadar zahmete katlandınız hocam ümmet için mi yaptınız hocam dava için mi İslam için mi yapmayın hocam bu kadar zahmete neden katlandınız hadi söyleyin hocam üniversitede hoca desinler diye hocam yard doç desinler diye hocam kariyer yapıyorsunuz hocam vural kaya hocamız haklı hocam mezarlıklar proflarla dolu…” sf.77
Uğurlamakta olduğumuz misafirimiz, bizi selamlamak için ansızın dönüp de arkamızdaki kanaviçe tablosunun içindeki bir papatya çiçeğini kopartırken gülümseyen küçük sarı tatlı kız çocuğunun evimizin antresine yansıyan neşesini fark ettiğinde, bu kanaviçeyi otuz altı sene önce bir genç kız iken işleyen ve bundan dört buçuk sene evvel artık şehrin ortasındaki mezarlıkta diğer bütün Mevlevilerin büyüttüğü sessizliğe katılmış olan annemizin genç kızlığında yaptığını hatırlayıp, bu annemin işlediği şey değil miydi, diye sordu. Sf.129
Toplam 47 öyküden oluşan bu kaliteli eseri ilk fırsatta okumanız tavsiyesiyle. Kitapla kalın, sağlıkla kalın.