Mekke’nin fethi, davetin tarihinde ayırt edici bir dönüm noktasıdır. Müslümanların hayatında ve İslam tarihinde derin izler ve tesirler bırakmış büyük olaylar ve zafer örnekleri, Allah’ın Kur’an’da özel bir değer atfettiği Ramazan Ayı’nda gerçekleşmiştir. Bu ay, birçok ilklerle doludur. Kur’an’ın indirilmeye başlaması, farz olan oruç, teravih namazı, Bedir zaferi ve Mekke’nin fethi.. Hep bu ayda meydana gelmiştir.
Allah’ın tevhid evi olan Mekke, harem beldedir. Tarihte müşrikler burayı, putperestliğin/paganizmin başkenti yapmışlardı. Bu sebeple Ka’be’nin çevresinde 360 tane put vardı. Fetihle bu belde, tevhid evine ve İslam’a dönüştürüldü. O gün, Allah, Elçisini düşmanlarına karşı muzaffer kıldı. Onun arzusunu gerçekleştirdi. Ona olan vadini yerine getirdi. Düşünelim bir defa.. Rasulullah (as) Mekke’den geceleyin ayrılmıştı, oraya gündüz döndü. Oradan gizlice çıkmıştı, açıkça döndü, zaferle döndü. Mekke’den işkence ve zulüm görerek ayrılmıştı, tekrar oraya fatih ve zafer kazanmış olarak dönüyordu. Bütün bunlar sabır stratejisi izlemekle gerçekleşmişti. Bir insanın muhâcir olarak gidip sonra asli vatanına dönmesi kolay değildir.
Biz dün ve bugünün tarihinde fethettikleri topraklara merhametsizce dönen komutanlar biliyoruz. Rasulullah’ın Mekke’nin fetih günü konumu asla böyle olmadı ve olmazdı da. Çünkü o, her hareketiyle insanların gönlünü kazanmayı hedeflemişti. Mekke, kılıçla değil, gönülleri fetihle alınmıştı. Mekârimü’l-ahlak sahibi insanların fethi böyle olmalıydı. Öyle de oldu. Asla öç ve intikama tevessül edilmedi. Sevgili Peygamberimiz, ashabına, Mekke’ye girişte size karşı konulmadıkça, hiç kimseye saldırmayınız, demişti. Üçüncü kol komutanı Sa’d b. Ubade, “bugün savaş günüdür” dediği için, Hz. Peygamber derhal onun görevine son vermişti. O Mekke’ye müstekbirlerin yaptığı gibi mutantan bir şekilde değil, devesinin eyeri üzerine eğilmiş ve mütevazi bir şekilde girmişti. “Kim Ebu Süfyan’ın evine girerse, güvendedir. Kim, kendi evine girip kapısını kaparsa, güvendedir. Kim Mescid-i Haram’a girerse, güvendedir” demek suretiyle merhamet dersleri veriyordu.
Hz. Peygamber (a.s) nasıl ki davasını ilana başladığı ilk günde oldukça mütevazı, mahviyetkâr, affedici ve merhametli ise, zafere erişince de aynı ahlaki durumu devam ettirmiştir. Resûl-i Ekrem, fetih hitabesinden sonra, Onu pür dikkat dinleyen Mekke’lilere şu soruyu sormuştu:
“Ey Mekkeliler! Şimdi hakkınızda benim ne yapacağımı tahmin edersiniz?” Onlar da: “Sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin, ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız” demişlerdi. Bunun üzerine Resul-i Ekrem, benim halimle sizin haliniz Hz. Yusuf’la kardeşlerinin hali gibidir. Ben size, aynen Yusuf’un kardeşlerine dediği şu sözü söylüyorum:
“Bugün sizin için bir kınama yoktur! Allah, sizi affetsin. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir. Gidiniz, sizler özgürsünüz.” (Yusuf 12/92). Bu, genel bir aftı.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, Mekke’nin fethinden, özellikle yöneticilerimizin çıkaracağı çok dersler vardır. Çünkü affetmenin en makbul olanı, iktidarken/muktedirken bağışlamak, iyiliklerin en değerlisi, kötülüklere karşı iyilik yolunu tercih etmek, merhametli oluşun en üstünü, acımayanlara acımak, şefkat ve merhamet dili ve siyasetini elden bırakmamaktır.
O halde Müslüman, bütün davranışlarında kaybetmeyi değil, kazanmayı öncelemelidir. Çünkü onun yaratılış ve varoluş misyonu, bunu gerektirir.