Son zamanlarda ülke olarak büyük acılar yaşıyoruz. 7 Haziran seçimlerinin ardından arka arkaya gelen şehit haberleriyle sarsılıyoruz günlerdir. Özellikle son 3-4 gündür yaşanılan acıların hiçbir tarifi yok ve ateş her zaman olduğu gibi yine düştüğü yeri yakıyor.
Toplumsal sorunların ayyuka çıktığı, nefret ve kin dolu söylemlerin arttığı bu dönemde de medya kuruluşlarına büyük görevler düşüyor. Yasama, yürütme ve yargının ardından dördüncü güç olarak gösterilen medyanın toplumu bölecek söylemlerden kaçınarak doğru bir iletişim dili kurgulaması gerekiyor. Yoksa daha büyük acılar kaçınılmaz olur.
Medyanın söylemleri önemli çünkü orada gördüğümüz her şeyi gerçek sanmak gibi bir yanılgıya düşüyoruz. Öyle ki bu ülke Kurtlar Vadisi’nde Çakır rolünü oynayan Oktay Kaynarca’nın senaryo gereği öldürülmesinin ardından Çakır’ı vuran Cerrahpaşalı Halit’i bir AVM çıkışında dövenler oldu. Dahası Çakır için mevlitler okundu, gazetelere ölüm ilanı verildi ve halı saha maçlarından önce 1 dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Onun için medyanın böyle toplumsal olayların yaşandığı dönemlerde doğru bilgiyi doğru bir dille takipçilerine aktarmaları şart.
Geleneksel medya (TV, radyo, gazete) RTÜK gibi çeşitli kurullar aracılığıyla şeffaflık, dürüstlük gibi değerler açısından denetim altına alınabilirken internette henüz böyle bir denetim mekanizması yok. Dolayısıyla yalan yanlış bilgilerle halkı galeyana getirmek dijital dünyada çok kolay. Hatta bırakın halkı internette yayılmaya başlanan bir haberin geleneksel medyada gerçekmiş gibi yer bulması bile çok zor değil.
Geçtiğimiz yıllarda Suriye’de yaşanılan bir olay bunun en iyi örneklerinden birisi. Suriye’de 25 yaşındaki Emine Abdullah Araf El Ömer, Suriye’de Beşar Esad’a meydan okuyor ve “Şamda Eşcinsel Kız” adlı bloğunda hayatını devrime adamak istediğini yazıyordu. Öyle ki bloğundaki yazılar bir süre sonra yoğun ilgi görmeye başlıyor, ardından da İngiliz “Guardian” gazetesi başta olmak üzere bütün büyük Batılı gazeteler bu bloğu örnek gösterip çarpıcı haberler yaptılar. Tabi gerçek bir süre sonra ortaya çıkıyor ve söz konusu bloğun 40 yaşındaki bir Amerikalıya ait olduğu anlaşılıyor. Düşünün dünyanın en iyi medya kuruluşları bile söz konusu blog ve orada yazılanların gerçekliği hakkında hiçbir araştırma yapmadan haber yapabiliyorlar. Bu örneği tersi durumlarda geçerli tabiki. Geleneksel medyadan yayılan bir haberin aslı sosyal medya aracılığıyla da ortaya çıkabiliyor.
Toplumsal gerilimin arttığı bu günlerde özellikle internet yer alan içeriklere biraz kuşkuyla yaklaşmak gerek. Çünkü böyle dönemler, bilgi kirliliğinin en çok arttığı ve dolayısıyla halkın manipülasyona en açık hale geldiği dönemler. Ayrıca sosyal medyada yapılan paylaşımların sayısı da insanı algısını yönlendirebiliyor. Sadece 2-3 yerde yaşanan küçük bir olay, sosyal medyada milyonlarca paylaşım alarak sanki ülke yangın yerine dönmüş gibi bir algı yaratabiliyor.
Bunlara bir de sosyal medyada yapılan kin ve nefret içerikli paylaşımlar eklenince işler iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Sosyal medyaya erişimi engellemek de bir çözüm değil artık. Çeşitli siteler aracılığıyla bu sorun da kolayca aşılıyor ve Türkiye özellikle twitterda dünya gündemine oturarak yasakçı bir ülke algısıyla başbaşa kalıyor. Sorun birken iki oluyor.
Son olarak sosyal medyada çeşitli platformlarda atıp tutanlara bir sorum olacak. Sosyal medyada vatanı kurtaracak paylaşımı yaptıktan 1 dakika sonra kaç kez ilgini farklı bir konuya çevirerek güldüğünü hatırlıyor musun? Peki ya çok uzağa gitmeden soralım, 7 Haziran’dan sonra verdiğimiz ilk şehidin adını hatırlıyor musun? Muhtemelen her ikisine de cevabın hayır olacak. Onun için sağduyuyu sakın elden bırakmayalım.