Medeniyet yolu şiirden geçer

Hasan Ukdem

Şiiri, sadece bir duygu dökümü, hasret ağıtı ya da şair avuntusu sananlar çok yanılıyor. Şiir, bir milletin kalbinden gelen sestir. O sestir ki, bir milletin nereden geldiğini ve nereye, nasıl gideceğini bütün bireylerine anlatır. Şiir eski hayatı yeni hayata anlatarak geçmişten geleceğe köprü kurar. Bu köprünün üstünden, tarih, gelenek, kültür, inanç ve dil gelecek kuşaklara geçiş yapar. Bu geçişi sağlıklı yapamayan milletler her yenilik karşısında bocalar, gerekli pozisyonu alamaz ve ölümcül yaralar alır. 

Yves Bonnefoy’un şiir tarifinde de biz ve hakikat arasındaki ilişkiyi görüyoruz. “Şiir, hiç bitmeyen bir görev ve içimizde saf kalan şeyin ne olduğunu beraber düşünerek bizi onu bulmaya sevk eden ve aynı zamanda hakikate dayalı bir toplum kurmamıza katkı sağlayan devamlı bir arayıştır.”  Sahi şu materyalist çağda içimizde saf kalan şey nedir? Ya da saf kalan bir şey kalmış mıdır? Toplumun dertlerine kafa yoran biri olarak ben iyimser düşünmek istiyorum ve bir millet Allah’a inanmaya devam ediyorsa ve o milletin içinde şiiriyeti kaybetmemiş insanlar varsa, orada saf kalan bir şeylerin olduğuna inanıyorum. Ve o bakir duyguları arayışımız devam edecektir diye düşünüyorum. 

Maddeci bakışın biz şairlere tuhaf bir ithamı var. Bunu gerek yüz yüze görüştüğümüz insanlarda gerekse sosyal medya paylaşımlarımızın altına yorum yapan arkadaşlarımızdan duyuyor, okuyoruz. “Bırakın şu duygusallığı aşk ateşini, hasret yangınını. Bu çağda bunların hayatta karşılığın yok” diyorlar. Ya da “Dünyanın dört bir yanında Müslümanlar kan ağlarken, siz durmuş çiçekle, böcekle oyalanıyorsunuz” diyorlar. İlk bakışta haklı gibi görünseler de bu düşüncelerinin insan fıtratıyla uyuşmadığı bir gerçek. Zira insanı yaratan Rabbimiz, bize bir andan bir ana geçerken bile bin türlü hal alan bir yürek vermiş. Bu yürekte aşk da sevgi de nefret de yer alıyor. İnsan sorumluluklarını yerine getirdikten sonra kendi kalbiyle baş başa kalır. Burada yapmamız gereken şey ibadetlerimizi yerine getirip, Hak’la batılın savaşında Hakk’ın yanında saf tutmaktır. Devletlerin çözemediği sorunları bireylerin çözmesini beklemek en hafifinden haksızlıktır. Savaşın ortasında bile sevgiye, aşka ihtiyaç vardır ve sanatsal tarafımızı köreltmek, her şeyden önce toplumumuza zarar verir ki bunu belli ölçülerde yaşıyoruz bugün. 

Tekrar şiire dair düşüncelerimize dönelim. Yahya Kemal “Her millette olduğu gibi, bizde de kelimeleri şiir canlandırmış, nesir sadece kullanmıştır. Cümleyi ise bütün inhinaları (bükülme, eğilme) ile, şiir daima nesirden daha iyi ifade etmiştir. Herhangi bir sahne sanatkarının doğrudan doğruya nesir yolundan yetişmesi doğru değildir.” diyor. Biz, ne kadar maddeci bir çağda yaşıyor olsak da şair bir milletiz. Şiirimiz her zaman içimizde tütüp duymuştur. Belki de bu yüzden, geçmişte çok geniş coğrafyalara hükmetmiş, bugün de kolay boyunduruk altına alınamayacak bir tabiata sahip olmuşuzdur. Akıl menfaat güdebilir ama kalp her zaman ideal olana rıza gösterir. Nesir aklın yolundan gider, şiir kalbin sesine uyar. 

Yalnız şiirin de bir işçiliği, bir mühendisliği bir estetiği vardır. Son dönemde sanki bunu biraz kaçırdık. Has şiiri yeniden diriltmemiz, ruhlara işler hale getirmemiz lazım. Bunda kapitalleşen hayat tarzının da büyük bir etkisi var. Ancak mücadeleye devam etmeli, iyiyi, güzeli doğruyu ayağa kaldırmalıyız. Yazımızı Yahya Kemal’in, Faruk Nafiz Çamlıbel’e yazdığı mektuplardan bir parçayla bitirelim.  

“Şiir kalbten geçen bir hadisenin lisan halinde tecelli edişidir, hissin birdenbire lisan oluşu ve lisan halinde kalışıdır. Düşündüklerimizi vezinle ve lisanla ifade edişimiz şiir değildir. Bir mısraın şiir olup olmadığı gaayet aşikardır. Deruni ahenk ile ifade edilmişse şiirdir. Fakat duyulmaksızın yalnız vezin ile lisan mümaresesiyle (el alışkanlığı) söylenen söz şiir olmaz.  

Şiir bir nağmedir. Lakin Frenklerin kuğu nağmesi dedikleri çok nadir ve halis bir cevherdir. Bu nağmeyi ifade etmek için vezin ve lisan ancak ve ancak bir alettir.  

Şiirde nefes ve ses iki unsurdur. Mısraın ayakları yerden kopmazsa yahut en hafif bir kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir değildir.  

Benim için mısra üzerinde günlerce, haftalarca durmak zarureti hasıl olmuştur. Bu tarz uğraşışı, bana gittikçe şiirin keşfedilmesi güç bir cevher olduğu duygusunu verdi.  

Şiir duygusunu lisan haline getirinceye kadar yoğurmak ve en çok toplu madde haline sokmak, o kadar ki mısra güya hissin ta kendisi imiş gibi kaariye (okura) bir vehim vermek... İşte bunu özlüyorum.” 

Sevgiyle kalın.