Diyanet, “Meal okumak hatim yerine geçmez” demiş. “Kur’an bize yeter” diyen tayfa; “Sen bunu nasıl dersin? Kul, Rabbine sitem etmez mi, beni neden Arap yaratmadın diye?” demagojisi ile sahne almışlar. Bunu demagojik ifade de emekli bir müftüye ait. Hem de adam kıtlığında hasbel kader müftü olup şimdi emekli olan bir müftüye…
Bu fetvada bir gariplik yok. Kur'an, lafzı ve manasıyla beraber Allah kelamıdır. “Meal” ise, manasını eksiğiyle beraber başka bir dile aktarmaktır. Meal okuyan hem lafzı hem de manası Allah'a ait olan Arapça bir Kur'an okumuş olamayacağı için hatim yapmış olmaz, sadece anlamını okumuş olur. Fakat "Bu okumasından dolayı sevap kazanmaz" demiyor fetvada. Hatim olmaz diyor. En güzeli, lafzıyla beraber mealini okumaktır. Yani kulun sitemine gerek yok. Kul lütfedip Kuran okumayı öğrensin, sonra da lafzının yanında mealini de okusun.
"Lafzını okumasa da mealini okusa hatim olur" demek delilsiz bir söz olduğu gibi, İslam harflerine düşman olan laik dinozorları sevince boğan bir ifadedir. Onlara karşı bir ezikliğin dışa vurumudur.
Türkçülüğünü, müftülüğünün önüne koymuş olan bu ezik emekli müftüye sormak lazım: “Sana İmam-Hatip Lisesinde ve İlahiyat Fakültesinde, Kur'an'ın tanımını öğretmediler mi? Kur'an, Cebrail vasıtasıyla Hz. Muhammed (a.s)'a yirmi üç senede peyder pey vahiy yoluyla indirilmiş HEM LAFZI hem de MANASI Allah'a ait bir kelamdır" demediler mi?
Meal, sadece mananın, eksiği ile beraber bir dile aktarımı olduğundan dolayı onda lafız yoktur. Hâlbuki Kur'an hem lafız hem de manadır. Dolayısıyla okunanın Kur'an olabilmesi için de, hem lafzın hem de mananın Allah'a ait olması lazımdır.
Durum bu kadar açıkken ırkçılığın kör ettiği göz ve iğdiş ettiği beyinle bunları görmezden geliyorlar. İnançlarını, ideolojine kurban ediyorlar. Çok yazık.
Bu tayfa “İslam’da hatim mi var? Peygamber ve sahabenin yapmadığı bir uygulamayı yapıyorsunuz” yalanını da yüzleri kızarmadan ve cahilliklerinin eksikliğini duymadan, gözünüzün içine bakarak söylüyorlar. Oysa Peygamberimiz her Ramazanda o güne kadar inmiş olan ayetleri Cebrail'e, Cebrail de ona karşılıklı okumuşlardır. Buna Arz denir. Bu “Arz” peygamberimizin vefatından önceki sene iki kere yapılmıştır. Buna “Arza-i ahire” (son arz) denir. Bunun diğer adı “Mukabele”dir. Bu mukabelede Kur'an başından sonuna kadar okunmuştur. Bunun halk dilindeki adı da “Hatim”dir.
Fikir sahibi olmadan önce ilim sahibi olmak gerekir. Kur'an'ı, önce Allah'ın kelamı olarak aslından oku, sonra da anlamak için meal ve tefsirden kendi dilinden oku. Buna engel mi var da bir damla suda fırtına koparıyorsunuz? Maksadınız üzüm yemek mi bağcı dövmek mi?
Evet, Kur'an Rabbimizin kelâmı ve evrensel bir kitaptır. Kur'an ile ilgili her türlü faaliyet güzeldir, övülmüştür. OKUMAK-ANLAMAK-YAŞAMAK... Bunlar birbirinin alternatifi değil tamamlayıcı unsurudur. Her Müslüman “KİTABIM” dediği ilahi kelâmı orijinal metninden okumalıdır. Kur'an zikirdir. Okunması ibadettir. Kur'an okuyan ve her fırsatta hatim yapmayı alışkanlık hâline getirmiş müminlere şöyle bir bakınız: Kutsal Kitabı okuyan da onlar, yaşamaya çalışan da onlar... İman eden, ibadet eden helâl ve harama dikkat etmeye çalışan, fakir fukaraya yardım eden, tevbe eden, dua eden, hayrî faaliyetler içinde olanlar yine onlardır. Meal okunmasını yeterli görenler, hatta namazda bile ana dili savunanların hayatlarında bunları ne kadar bulabiliriz?
Yaşar Nuri hayatta iken, “Kur’an’ın Türkçesiyle namaz kılınır” diye her televizyon kanalında son nefesini verene kadar bunun mücadelesini verdi. Kaç laik, kemalist namaza başlayıp hocasının dediğini yaptı? Kur’an’ın Türkçesiyle kaçı namaz kılmaya başadı? Onlarınki mide bulandırmak ve bağcı dövmektir.
Gerçek şu ki, Kur’an bütün insanlar için indirilmiştir. Rasûlullah (s.a.v) Veda hutbesinde “Size iki emanet bırakıyorum, onlara tutunursanız sapıtmazsınız. Onlar da Allah’ın Kitab’ı ve benim sünnetimdir” (Muvatta’, Kader, 3) talimatını yüz bin kişiye -âlim, cahil seçmeden- vermiştir. Bu genel hitap da, herkesin ondan kabiliyeti ve ihtiyacı ölçüsünde, anlayıp ders alabileceğine işarettir. Dağdaki çobanın da, üniversitedeki profesörün de Kur’an’dan anlayacakları ve alacakları dersler vardır.
Ancak herkesin Kur’an’ı anlama konusunda birbirleriyle eşit olmaları mümkün değildir. İbn Kuteybe’nin dediği gibi “Şayet Kur’an-ı Kerim’in tamamı, âlim-cahil herkesin anlayacağı tarzda açık olarak indirilmiş olsaydı, insanlar arasındaki ilmî üstünlük kalkar, imtihan düşer ve kalpler ölürdü.” (İbn Kuteybe, Te’vil, s.86).
Zemahşeri ve ondan naklen Ebu Hayyan da Kur’an’ın anlaşılması konusunda özetle şöyle derler; “Kur’an’ın hepsi muhkem/herkes tarafından anlaşılabilir nitelikte olsa idi, herhangi bir açıklamaya ihtiyaç duymadan anlaşılabilseydi, bütün insanlar bunu kolaylıkla anlar ve araştırmaya, incelemeye ve akıl yürütmeye ihtiyaç kalmazdı. Bu durumda ilim yolu iptal edilmiş olurdu. (Zemahşerî, Keşşaf, 1/41; Ebû Hayyan, Bahr, 2/382).
Böylece âlimle-cahilin; ilimle-cehaletin farkı ortadan kalkar, ilim ve medeniyetle ilerleme yolları tıkanmış olurdu ki, bu ne aklen, ne de naklen caizdir. Zira Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de ilim sahiplerinin derecelerinin yükseltileceğini (Mücadele:12) haber verirken; Rasûlullah (s.a.v) de “Allah, kime hayrı dilerse onu dinde fakih/derin anlayışlı kılar” (Buhârî, İlim, 10; Müslim, İmare, 175) buyurur. Şah Veliyyullah Dehlevi, ümmet içerisinde Allah’ın emriyle hareket eden, sapıklığa düşmeyen, Kur’an’ı toplum içinde koruyan âlimlerin bulunmasının vacip olduğunu söylerken de, bir toplum için âlimin zaruretine parmak basar. (Şah Veliyyullah ed-Dehlevî, Huccetullahi’l Bâliğa, 1/487)
Bütün bu ifadeler, “Kur’an’ı sadece âlimler anlar, avamın anlama imkânı yoktur” anlamına gelmez. Kur’an-ı Kerim’i, amatörce ve profesyonelce olmak üzere iki şekilde anlamak mümkündür. Kur’an, bütün insanlığa gönderildiği için her millet onu, kendi diline çevrilmiş mealinden amatörce okuyup anlayabilir. Bu okuyuşundan istikametini de düzeltebilir. Yeter ki ön yargısız, iyi niyetle okumaya başlasın. Kur’an’ı anlamak ve istikametimizi düzeltmek için önce bir sayfa Arapça orijinalini okumalı, sonra da mealini okuyarak rabbimizi anlamaya çalışmalıyız. Meal yetmiyorsa tefsir kitaplarına başvurmalıyız.
Evet, amatörce ama iyi niyetle okunduğunda Kur’an; muhatabına, kendini ona yol gösterecek şekilde ifade etmektedir. Yaşamak niyetiyle anlamak için Kur’an’a yaklaşırsanız, kendinizi ondan koparamazsın. Zaten Kur’an da “yaşamak için anlamak” maksadıyla okunmalıdır. Yoksa bir kültürden öteye geçmez. Yaşanmayan bilgi de ilim değil, malumat yığınıdır. Öyleyse Kur’an’ı öncelikle anlamak için okumalıyız; sonra da anladıklarımızı tutarlı bir yöntemle hayata taşımalıyız.
Şurası da önemlidir ki; amatörce okuyup faydalananlar, Kur’an’dan hüküm çıkarmaya kalkmamalıdırlar. Hastalıklardan bahseden kalın bir tıp kitabını okuduğunuz zaman birçok hastalığın tedavi yöntemini ve korunma çarelerini öğrenmiş olursunuz. Ama reçete yazıp ameliyat yapmaya kalkamazsınız. Bunları yapabilmeniz için tıbbın belli bir dalında uzmanlaşmanız gerekir. Aynı şekilde kalın bir cilt kanun kitabını okuduğunuz zaman da anlarsınız ama avukatlık bürosu açamazsınız, savcı ve hâkimlik yapamazsınız. O meslekleri ancak o alanda ihtisas yapmış olanlar yapabilir. İşte bir Müslüman da Kur’an ve Sünnet kaynağını okur, büyük çapta istifade eder ve anladıklarını hayatına yansıtır. Fakat fetva vermeye ve ictihad yapmaya kalkamaz. Bu, profesyonelce bir iştir. Profesyonelce okuyup anlamak da ihtisas gerektirir.
Öyleyse herkes kendi sınırını bilerek Kur’an’ı Arapça aslından okumalı, kapasitesince manasını anlamalı ve öğrendiklerini hayatına yansıtmalıdır. Kendini aşan konularda da bir bilene sormalıdır. Çünkü o bizim kulluk kitabımızdır.