Evveli rahmet ortası mağfiret sonu da günahlardan arınma ayı olan Ramazan-ı Şerifin son on gününe girdiğimiz bu günlerde ibadetlerimizi huzur içerisinde yerine getirebilmenin manevî hazzıyla bin aydan daha faziletli bir gece olan Kadir gecesine hazırlanıyoruz. Ancak geçtiğimiz günlerde ülkemizde yaşadığımız üzücü hadiseler bu mübarek gün ve gecelerde sevincimize gölge düşürdü. Önce Kahraman ordumuzun “Pençe Kilit” Operasyonu icra ettiği bölgede, el yapımı patlayıcının (EYP) patlaması sonucu bir Üsteğmenimiz şehit oldu. Ardından bir gün sonra Bursa’nın Osmangazi ilçesinde Cezaevinde görevli infaz koruma memurlarının servisinin geçişi sırasında bombalı saldırı gerçekleşti. Bu saldırıda da bir infaz koruma memurumuz şehit oldu. Rabbim şahadetlerini kabul etsin, Peygamberimize komşu eylesin.
Bunun yanında her yıl İslam âlemi Ramazanı adeta diken üstünde geçiriyor. Diğer dönemlerde bir nebze duraksayan saldırılar Ramazan ayı geldiğinde birçok İslam beldesinde artarak adeta Müslümanların ortak sevinci sabote edilmeye çalışılıyor. Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Myanmar-(Arakan)’da veya dünyanın herhangi bir bölgesinde yaşanan kahredici hadiseler bunu ispatlar nitelikte. İnsanların temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayıp onların en doğal hakkı olan yaşam hakkını ve ibadet hürriyetini gasp eden zalimlere karşı en ufak tepki dahi vermeden kalben de buğz edememek zulme ortak olmak anlamına gelir diye düşünüyorum.
Bu manada insanlığın gerektirdiği değerleri vicdan sahibi herkes dil, din ve ırk ayrımı gözetmeksizin, Filistin, Doğu Türkistan ve Arakan gibi bölgelerde yaşanmakta olan zulümlere sessiz kalmamalıdır. Hangi konuda olursa olsun doğru bildiklerini ifade edemeyenler; “Aman ağzımızın tadı kaçmasın. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen herkes, hangi topluluktan ya da meslekten olurlarsa olsun insanlığın ve inancımızın gereği olarak en temel konularda bile tepkisiz kaldıkları müddetçe efendimizin hadisleriyle ters düşmüş olacaklardır. Nitekim Hadis-i şerifte buyrulur ki: "İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu ise imanın asgarî gereğidir." ”(M177 Müslim, Îmân, 78)
Ata yurdumuz Doğu Türkistan, bir Ramazan ayını daha Çin yönetiminin baskı ve kısıtlamalarının gölgesi altında geçiriyor. Başta Uygur Türkleri olmak üzere bölgede yaşayan Müslümanların büyük bir kısmı, oruç dâhil ibadetlerini özgürce yerine getiremiyor. Namaz kıldığı ve oruç tuttuğu anlaşılan kişiler de takip altına alınarak, Çin'in "yeniden eğitim kampı" olarak adlandırdığı toplama kamplarına zulme gönderiliyor.
Diğer yandan ilk Kıblegâhımız, Peygamber efendimizin Miraç'a yükseldiği topraklar olan Filistin’de geçtiğimiz günlerde Cuma namazını eda etmek üzere Mescidi Aksâ’da Müslümanlara yapılan saldırı, İsrail güçlerinin zalim ve işgalci olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Bize düşen tarih boyunca vahyin, tebliğin ve mücadelenin merkezi olmuş bir beldeye sahip çıkmak, oranın bir İslam şehri olması için her türlü desteği vermek olmalıdır. Bütün bunlar yaşanırken Arakan’da Budistler tarafından zorbalıkla yerinden yurdundan edilmiş Arakanlı müslümanlar buruk bir Ramazan yaşamaktalar. Suriye sınırındaki kamplardaki yaşam ise ayrı bir hüzün kaynağımız. Yani birçok İslam beldesinde inananlar boynu bükük bir şekilde Ramazan Bayramına hazırlanmaktalar.
Bu sıkıntılı durumlar sonucunda maalesef etkin bir gücü olmayan İslam işbirliği teşkilatı Müslümanların dünyadaki gür sesi olup bu zulümlere ne zaman kalkan olacak acaba? Tespihin taneleri gibi sağa sola dağılan İslam ülkeleri, hep birlikte Allah’ın ipine sarılın ayetini ne zaman düstur edinecekler? İslam ülkelerinin hemen hemen tamamına sirayet etmiş olan parça parça gruplara ayrılıp kendilerinden başkasını Müslüman saymayan anlayışların İslam’a verdiği zarar idrak edilebilir mi? Bu durumlar açıkça gösteriyor ki bölünürsek yok oluruz, birleşirsek güçlü oluruz. Selam ve dua ile…