15 Temmuz darbe girişiminin 4’üncü yıl dönümünde, TRT’nin 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'ndeki özel yayınında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Köse şunları söyledi: “Allah bu millete bir daha 15 Temmuz’lar yaşatmasın. Dua bizim vazifemiz fakat siz tedbiri almazsanız, akıllı davranmazsanız, o FETÖ denen örgütün yapılanma şeklini aynı yolları kullanarak bugün hâlâ devam eden başka gruplar hakkında gerekli tedbirleri almazsanız Allah size yardımcı olmaz.Siz vazifenizi yapacaksınız, Allah da size yardımcı olacak. Benim bu konudaki kanaatim 15 Temmuz’dan gerekli dersleri almadığımız yönünde. Ve yeterli önlemlerin alınmadığı şeklindedir. Hatta ben bunu, bir ‘FETÖ gitti bin FETÖ geliyor’ diye değerlendiren, sloganlaştıran birisiyim. Bu uyarıyı yapmak benim vazifem. Bu konu Türkiye’nin en önemli konusudur, devletin bu konuda gereken tüm önlemleri alması şarttır, bir vazifedir. Bunun vebalini kimse üstlenemez.”
Ali hocanın bu sözlerine katılmamak mümkün mü?
Evet, devlet bütün sivil yapılanmalara eşit mesafede duracak. Çünkü onlar sosyolojik bir vakıadır. Dolayısıyla bu anlamda, Müslümanlar da irili ufaklı cemaatler ve tarikatlar oluşturmuşlardır.
Bunlardan, Ehl-i Sünnet kavramını tekeline almış, kendi meşrebine, tarikatına, din algısına uymayan âlimleri Ehl-i sünnet dışı ilan eden fakat Sahih hadislerden çok uydurma hadislerin peşine takılarak gırtlağına kadar bidat ve hurafeye boğulmuş olanlar var.
Kendilerini “İndirilmiş din mensubu”, kendi dışındakileri de “Uydurulmuş din mensubu” ilan edip “Bize Kur’an yeter” diyerek Antropolojinin fosillerini “Bunlar kâinat ayetleridir” inancıyla Kur’an’ı fosillerle vuran modern bidat ve hurafeciler var.
Şeyh Efendi hazretleri bütün müritlerinin ruhlarını küçük sinekler şeklinde kibrit kutusu gibi bir kutuya koyacak, sorgu, sual ve hesap vermeden “Bunların hesabı tamamdır” muamelesi gösterip “Ahiretteki bütün turnikelerden geçerek hepsini direk cennete sokacaktır” anlayışında olan cennet garantili sapık tarikatlar var.
Katı Hanefi mezhepçiliği yapan, âdetâ mezhebi din yerine koyan gruplar var.
Kemalizmi kendilerine din edinenler var.
Bu ifrat ve tefritçilerin yanında orta yolda olanlar da var.
Bunların hepsi kurdukları vakıf ve dernek çatısı altında sivil olarak faaliyetlerini sürdürmektedirler. Sosyolojik birer zorunluluk olan bu yapılanmaları, polisiye tedbirlerle yok etmek mümkün değildir ve yanlıştır. Genel asayişi ve genel ahlakı bozmadıkları; insanları, kin ve nefret tohumları ekerek kutuplaştırmadıkları ve teröre bulaşmadıkları sürece fikirlerine, fikirle karşılık vererek mücadele edilmelidir.
Bütün bu gruplarda devlete sızma, onu ele geçirme duygusunun olması tabiidir. Çünkü herkes kendi görüşlerinin iktidar olmasını doğal olarak ister.Fakat Fetö tecrübesinden hareket ederek devlete düşen de bu gruplardan herhangi birine kadroları teslim etmemektir. Eşit mesafede bulunarak liyakati esas alıp her cemaatten eleman istihdam etmeli ve paçayı onlardan birine kaptırmamalıdır. Bir zamanlar bir Bakanımız da bu hatayı yapmıştı. Bunu bilmeyen yoktur.
İşte Ali Köse hocanın dedikleri bu anlamda çok önemlidir. Fetö gerçeğinden ders almayıp parmağınızı o delikten bir daha ısırttırırsanız, o zaman “Bir Fetö gider, bin Fetö gelir.”
Kısaca deriz ki; ne kadar irili ufaklı cemaat, vakıf, dernek ve tarikat varsa onların hiç birine devlet, kadrolarını teslim etmemelidir. Bunlardan biri, Fetö’nün gücüne ulaştığında aynısını yapacağından hiç şüphenizolmasın. Onun için bu konuda Ali Köse hocanın dediklerine aynen imzamı atarım.
Fakat aynı Ali Köse hocanın, Batı’nındeğerlerine hayran, kendi değerlerine düşman bir eda ile daha önce söylediği şu sözlerine katılmak mümkün değildir: “Eşimi ve iki kızımı Roma’ya bir haftalığına tatile gönderdiğimde aklıma cinsel saldırıya uğrayacakları gelmiyor. Çünkü orada öyle bir problem olmadığını biliyorum. Ama fakültemdeki kız öğrenciler, umreye giderken Mekke’deki otelin Kâbe’ye yakın olmasında ısrar ettiler. Otelden gittikleri bizim Harem dediğimiz, her türlü kötülük yapmanın haram olduğu bir mahalde cinsel açıdan kendilerini güvende hissetmiyorlar. Meğer çocuklar başka şeylerden korkuyormuş. Orada kaçırma, tecavüz olayları var.”
Bu sözleriyle Batı’nın İslam dünyasından daha güvenlikli olduğunu ve eşi ile kızını Batı’ya tatile gönderirken tedirgin olmadığını ama Kâbe'ye kız öğrencileri gönderirken tedirgin olduğunu söylüyor.
Doktorasını Londra’da yapmış birinin Batı’yı tanımaması mümkün değildir. Ben dört yıldır Avrupa’dayım, Batı’nın ne menem şey olduğunu çok iyi anladım. Ahlak ve namus anlayışını, ikiyüzlülüğünü,ırkçılığını, ayrımcılığını, insan hak ve özgürlüklerini sadece kendine layık gördüğünü ve İslam düşmanlığını, aynelyakin kavradım.Öykündüğü Avrupa’da kadının tecavüzden korunduğunu söylemesi bir garabettir.
Köse’nin İslam ülkelerini eleştirip Avrupa’yı öven bu sözlerini, resmi istatistikler ve uluslararası ajanslara düşen haberler çürütüyor. İtalya'nın başkenti Roma’da 10 günde 3 kadına tecavüz edilmesi hem ülke genelinde, hem de ülkeyi ziyaret etmek isteyen insanlarda ciddi endişeye sebep olduğu kendi basınında yer almıştır. Ayrıca Jean-Jaures Vakfı tarafından Fransız Kamuoyu Araştırmaları Enstitüsüne (IFOP) yaptırılan “Cinsel Şiddet” konulu araştırmanın sonuçları France Info'da yayınlandı.
Araştırmada kadınların yüzde 12’sinin hayatları boyunca en az bir kere tecavüze uğradığı, yüzde 43’'ünün fiziki cinsel istismara maruz kaldığı, yüzde 50’sinin cinsel içerikli hakaret ve ifadelerle karşılaştığı, yüzde 58’inin de cinsel içerikli uygunsuz tavırlara maruz kaldığı belirtildi.
Araştırmayı yürüten Jean-Jaures Vakfının yöneticisi, psikiyatrist MichelDebout, Fransa’da İkinci Dünya Savaşı sonrasında tecavüz ve tacizlerin azaldığına dair bir yaygın kanaat olduğunu ancak bunun gerçek hayatta karşılığının bulunmadığını dile getirerek, “Görünen o ki bu sayı arttı. Bu kadar fazla tecavüz vakasının yaşanması ve bunların yargıya çok az bir oranda intikal etmesi üzerinde durulmalıdır” ifadelerini kullandı.
Cinsel taciz ve tecavüz kurbanlarının çok büyük bir oranının saldırganları tanıdığı kaydedilen araştırmada, mağdurların çok az bir kısmının suç duyurusunda bulunduğu, yüzde 70’e yakınının başlarına gelen olayı kimseyle paylaşmadığı bildirildi.
Bu istatistiklerden sonra, Avrupa'yı, Mekke'ye tercih eden Ali Köse'nin düşüncelerinin apaçık yanlış olduğu ortaya çıkıyor.