MALİ'DE NELER OLUYOR?

Arif Tekeli

Mali’de enteresan gelişmeler oluyor. Kendine “İslamcı” diyen bir grup çıkıp halka karşı şiddet kullanıyor. Durumdan vazife çıkarma noktasında üstüne kimseyi tanıyamacağımız Fransa ise buna karşı saldırı ile müdahale ediyor. Tabi burada çok ince bir çizgi var. Ben görüyorum, kamuoyunda bu olaya dair gösterilen tepkiler Fransa üzerine yoğunlaşmış durumda. Ben de yazımın devamında Fransa’nın tutumunun ne denli iki yüzlü olduğunu yaptığım araştırmalarla ortaya koyacağım ancak bizler Müslüman kişiler olarak olarak öncelikle adının başına “İslam” sıfatını koyan ve toplumu terörize eden bir topluluğa karşı “Sen ne yapıyorsun?” diyebilmeliyiz.

İslamofobya’dan şikayet eder ve Batı’nın İslam’ı -haşa- çirkin ve terörle özdeş göstermek için bunu körüklediğinden yakınırız hep. Gerçekten de Batı’nın veya daha doğru bir ifadeyle Batı’daki bazılarının bu tür gayretleri olabilir, buna şahit oluyoruz. İslamî sembolleri en basit yöntemle filmlerde dahi korku ve dehşet verici sahnelerde kullanıp bu türlü bir algı yaratma gayretine girebiliyorlar. Ama burada İslamofobya ile mücadelenin asıl safhasını İslam ismini kullanarak terör faaliyetleri yapan başta El Kaide gibi örgütlerle mücadelenin oluşturması gerekiyor. Çünkü hiç bir bilinç altı müdahale bu terör faaliyetleri kadar olumsuz etki yapamaz. Çok şükür ki bu tür terör örgütleri İslam coğrafyasından ciddi bir destek görmüyor. Ancak bu son Mali meselesinde olduğu gibi adının başına “İslamî” sıfatını koyan bazı grupların halka karşı uyguladıkları zulümler İslam’a ciddi manada zarar veriyor. İslam’a zararından kastım Müslüman olmayanların kafasındaki İslam algısına verilen zarardır.

Dünyada İslam adına konuşmaya yetkili kurulların en başında gelen İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)’nin değerli başkanı Ekmeleddin İhsanoğlu’da bazı temaslarda bulunmak için gittiği Londra’da bu konuya değinmiş. Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu “Hiç kimse çıkıp da İslam adına adam öldürme hakkına ve imtiyazına sahip değildir.” sözleriyle aslında duruşun nasıl olması gerektiği noktasında ciddi manada yol gösterici olmuş. Gerçekten de İslam adına insan öldürme hakkı diye bir şey yoktur. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin çok beğendiğim bir sözü vardır: “Müslüman terörist, terörist de Müslüman olamaz.” Gerçekten de bir insanı öldürmenin tüm insanlığı öldürmekle eş değer tutulduğu İslam’ın adının bu tür saldırılarla anılmaması gerekir. Bu noktada tavrımızı belirlemeliyiz.

Şu noktada bir kafa karışıklığı olabilir: “Suriye’deki olan olaylar ile Mali’dekiler arasında ne fark var” sorusu aklımıza gelebilir. Mali’deki grubun eylemleri ile Suriye’deki muhalefetin eylemleri asla bir tutulmamalı, o noktada bir kafa karışıklığının olmaması gerekiyor. Suriyeliler bir zalime karşı varolma mücadelesi vermektedirler. Mali’deki olay çok daha farklıdır. El Kaide tarafından da destelenen bazı şiddet eylemleri gerçekleşmektedir Mali’de. Suriye’de meselesi ise tamamen farklıdır. Araştırılmadan asla fikir beyan edilmemelidir. Yoksa ciddi manada yanılmış oluruz. Suriye’de insanlar -daha önceki genel bir Arap Uyanışı değerlendirmesi yaptığım yazımda da değindiğim gibi- eylemlerini sadece Cuma Namazı çıkışlarında “Allah-Özgürlük-Suriye” sloganları atarak gösterirlerken kan akıtan Esed ve rejimi olmuştur. Bu noktada Mali’deki olaylarla ilgili kamuoyunda samimiyetine inanmak istediğim kişiler tarafından belirtilen fikirlerde ciddi yanılsamalar oluyor buna dikkat edilmesi gerekir.

Olayın Fransa boyutuna gelecek olursak ilk olarak Realist Uluslararası İlişkiler’in ne yazık ki en temel kavramı olan “çıkar” kavramıyla karşılaşıyoruz. Fransa devleti, Mali halkına onları çok sevdiği ve zulüm görmesine gönlü razı olmadığı için böyle bir destekte bulunmuyor. Fransa’nın buradaki tek amacı Mali’deki çıkarlarını sağlamlaştırmak ve bu olayları engelledikten sonra halkın gözünde bir kurtarıcı olabilmektir. Fransa buna benzer bir tutumu Libya meselesinde de takındı. Ancak Türkiye, Kaddafi’ye karşı müdahalenin NATO noktasında olmasını sağlayarak Fransa’nın bu amacını en azından minimize etmiş oldu.

Fransa gerçek manada dünyada dış politikası en iki yüzlü devletlerden bir tanesi. Mali’de kimseye sormadan kendi kendine sözüm ona mazlumları kurtaran Fransa, Suriye’de yüz binleri aşan sayıda insanın katledilmesine karşı en ufak bir söylemde dahi bulunmuyor. Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde staj yaptığım dönemde Fransız basınını araştırma fırsatı bulmuştum. Suriye’de Esed rejiminin en kanlı müdahalelerinin olduğu, Türk uçağının düşürüldüğü bir dönemdi. Fransız basını adeta devletiyle söz birliği etmişçesine Suriye’deki olaylarla, saldırılarla ilgili ‘üç maymun’u oynuyordu; duymamıştı, görmemişti ve bilmiyordu.

Çıkarının olmadığını gördüğü bir noktada zalimi görmeyen Fransa’nın Mali’de iyi niyetli ve kurtarıcı olduğunu düşünemeyiz. Bu noktada pervasızca kimseye danışmadan bir devlete müdahale etmesinin de akla mantığa ve uluslararası hukuka uygun bir tarafı yoktur. Türk Dışişleri bu noktada inisiyatif almalıdır ve Fransa’nın bu akbabalara benzeyen politikasının önüne geçmelidir. Mali’de yaşanan sorunla ilgili de uluslararası örgütleri bir an önce harekete geçirmelidir. Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu’nun son dönemde yaptığı açıklamalara bakacak olursak bu yönde bir gayretinin olduğunu söyleyebiliriz. Tabi Suriye meselesine harcanan efor sebebiyle yeterince bu konuya ağırlık verilemiyor. Bunun sebebi de ne yazık ki Türk Dışişlerinin geçmişte küçük ve konservatif tutulmasıdır. Sayın Bakan Ahmet Davutoğlu’nun şu ifadesi aslında Türk Dışişlerini özetliyor: “Göreve geldiğimizde Dışişlerinde Arapça bilen personel bulamadık.” Bölgesel lider olma hedefindeki Türkiye’nin bu noktada daha çok gayret sarf etmesi gerekiyor. Suriye ile ilgilenirken Mali’deki sorunlara da zaman harcayabilmeli.