Ben kendi başının çaresine bakmayı başarmış çok kadın biliyorum.
Ama hiçbirisi bunun adına başarı demez. Sorsanız hepsi yüzünün çizgileri ile anlatır size halini…
Gözlerinin buğusunda yaşanmışlıklarını görürsün.
Bazısının beli bükülmüştür. Ama hala sırtına bağladığı odunları evine taşıma derdindedir.
Anne kelimesini kadın kelimesinin önüne koyarak hayatını çocukları eksenli yaşayan, sırf çocuğu mutlu olsun diye gülebilen, karnı doysun diye sofradan aç kalkan, ne olursa olsun hiç yakınmayan en zor durumlarda bile dişini sıkıp susan kadınlar bilirim.
Ayaklarının üstünde durmak zorunda olan kadınları da bilirim sonra…
Siz bir tarafta ticari bir gün olarak 8 Mart’ı kutlarken, indirim çılgınlığı ile alışveriş poşetlerini doldururken, diğer tarafta güneş doğmadan tarlaya giden kadınlar da var mesela.
İşte madem bir 8 Mart kutlanacak. Bari doğruyu bilelim. Kadınlar Günü öyle gülmeli, eğlenmeli, etkinlikli, alışverişli bir gün değil, bir farkındalık günü…
19. yüzyılın ortalarında, Amerika’nın New York şehrinde daha iyi çalışma şartları isteyen tekstil fabrikası işçileri 8 Mart’ta greve başladı. İşçilerin eylemine karşılık polis zor kullanarak onları fabrikaya kilitledi. Ve fabrikada çıkan yangında içerde kalan 129 kadın işçi göz göre göre can verdi. Ardından 8 Mart’ın her yıl Kadınlar Günü olarak kutlanmasına karar verildi.
Bir arkadaşım şöyle demiş; “Aslında 8 Mart kapitalizmin korkunç yüzüne karşı hatırlanan bir gün olması gerekirken, tam da kapitalizmi kutsama gününe dönüşmüş vaziyette.” Çok doğru bir tespit değil mi?
Ben esasında burada size yüzümüzü yanlış tarafa çevirdiğimizden de yakınmak istiyorum biraz. Dün herkesten duyduğum okuduğum şeyler ortak bir payda da buluşuyor. Kadının değersizleştirilmesi… Ama işte tam burada bir şey unutuluyor. Biz yüzümüzü Hz. Muhammed’e dönseydik eğer; kadına olan tavrını bilseydik. O zaman her şey zaten olması gerektiği gibi olurdu.
“Eşinin haklarını gözeten kimse iyi bir Müslüman’dır.” diyen bir Peygamber’den söz ediyoruz. Bir baba olarak kızının önünde ayağa kalkan Peygamber’di o. “Sen ev halkına harcadığın her harcamadan sevap alırsın. Hatta eşinin ağzına verdiğin lokmadan bile sevap alırsın” diyerek eşini nezaketle kendi elleriyle besleyen bir Peygamber. Kadına değer vermek konusunda başka söze gerek var mı?
Hanımına iltifatı hayatından eksik etmemesi, sevdiğini ifade etmesi, hanımı devesine binerken dizine bastırarak bindirmesi, kendisine yapılan yemek davetine “Hanım da olursa” kaydıyla icabet etmesi, eşinin sıkıntısı ile dertlenip ağlarken gözyaşlarını elleriyle silerek teselli etmesi gibi gibi gibi… Bunlar onunla ilgili aklıma gelen çok az şey aslında…
İslamiyet’in işine gelen kısımları ile ilgilenen insanların bilmediği şeyler bunlar!
Dün katıldığım Kadınlar Günü ile ilgili bir programda konuşmacı şöyle dedi. “Türk Milleti kadına değer veren bir toplumdu. Ardından İslamiyet kabul edilince bunun bize bir maliyeti oldu. İslam Medeniyet dairesi içinde Türk milli kimliği eridi. Bu eriyişin de bir başka yansıması oldu. Kadına verilen değer azaldı.”
Bu cümleler beni ciddi anlamda rencide etti. Demek böyle bir resim çiziliyor insanların kafasında! İslamiyet hala bazı kafalarda bu şekilde… Ya biz gerçek anlamda bilmiyoruz Müslümanlığı, ya da görmek istediğimiz şekilde görüyoruz.
Sadece ideolojik fikirler için bilmediğimiz, öğrenmediğimiz meseleleri kurban ediyoruz.
Üstünü çiziyoruz. Gerçekten yazık oluyor!