Japonya’da öğrenciler eğitimin bir parçası olarak her gün sınıfları, koridorları ve okul bahçesini temizlerler. Bizde öğrencilerin sınıfı temizlemesi bir yana su içtiği pet şişesini çöp sepetine atmaz, buruşturduğu kağıdı bile fırlatır koridorun ortasına. Bırakınız öğrenciyi, bazı öğretmenlerimiz içtiği sigaranın izmaritini fırlatır sokağın tam ortasına….
Hürmete şayan öğretmenlerimizi tenzih ediyoruz.
Bazen sınavlar vesilesiyle görev yaptığımız liselerde çöp sepetinin çevresinde görülen kirlilik ve pasaklılık dikkatlerimi çekmiştir. Elektrik düğmesinin çevresi ve alt kısımlarında ayak izleri alışılmış bir durumdur adeta…. Okullarda kapı kolu ya çalışmaz veya kırılmış durumdadır. Sınıflarda öğrencinin oturduğu sıranın yanındaki duvarın bir metrelik etek boyu, bilgi koleksiyonu gibidir. Her türlü bilgi, formül, şekillerle lebalep doludur. Sıraların üzerindeki yazıları ise hiç sormayın. Sadece yazı değil bıçakla kazınmış figürler, kocaman kocaman laflar ve vatan kurtaran sloganlar kırıla gider.
Bizim ülkemizde duvar yazıları üstüne sosyoloji bölümlerinde mezuniyet çalışması yaptırılmaya değer. Hele okullarda özellikle liselerde sıra üzerine “kazılmış” yazı ve işaretler tam bir şuur altı boşalmasıdır. Bunların her biri masterde seminer konusudur.
Ne oldu bize? Biz böyle miydik? Ülkemizde öğretimle birlikte terbiyenin verildiği eğitim yuvaları yok mudur?
Vardır elbette.
Özel okullar böyledir tahmin ediyorum. Yani özel okullarda sıraların bıçaklarla kazınmadığı, duvarlarında ayak izinin olmadığı düşünülürse bunun sebepleri üzerinde durmaya değmez mi? Aynı insan devlet okullarında adeta bir “canavar” kesilirken niçin özel okullarda “insan” haline gelmektedir?
1981 yılının ihtilal günleriydi. İkinci ordu komutanlığı o tarihlerde Konya’daydı. Bedrettin Demirel Paşa ordu komutanıydı. 12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbe ile ülkede hayat adeta durmuştu. Ülkede faaliyette bulunan bütün siyasî, kültürel vs kuruluşların faaliyetlerine son verilmişti. Meram son durakta özel bir yurt vardı. Bu yurdun da, günün şartları gereği derneği kapatılmış ancak içinde bulunan öğrenciler halkın katkısıyla öğrenimlerine devam ediyorlardı. Bir gün ansızın Bedrettin Paşa teftişe geldi. Bilirsiniz askerler insan sarrafı olurlar. Paşa ayakkabılarıyla (bu yurtlarda içerde ayakkabı giyilmez) doğruca WC’lere gitti. Daha sonra “çok amaçlı salona” çıktı. Dikkat ettim; yurtta görevlendirilmiş bir öğrenci Paşa’nın ayakkabısıyla bastığı yerleri ıslak bir havluyla siliyor. Gerçi Paşa’nın ayakkabıları kirli değildi ama yine hassasiyet gösteriliyordu. Bedrettin Paşa Meram’daki özel yurdu bu şekilde aniden teftiş ettikten sonra şimdi Konya lisesi olan o zamanlarda Gazi lisesini teftiş etmiş. Oraya geleceğini bir ay önceden bildirmiş. O tarihlerde Gazi lisesi yatılıydı. Paşa, yurdun önce WC’sine gitmiş. Daha sonra yatakhanesini gezmiş. Gördüğü manzara karşısında kızmış, bağırmış-çağırmış ve oradaki görevlilere “Gidin, Meram’da özel bir yurt var. Temizlik nasıl yapılır, tertip nasıl olur görün” demiş… O günden sonra minibüslerle Meram yurduna yüzlerce kadınlı-erkekli ziyaretçi geldiler. Yurdun temizliği ve tertibiyle ilgili sorular sordular. Bu iş için kaç müstahdem çalıştırıldığını sordular. Yurt yetkilileri hiçbir müstahdem çalıştırmadıklarını söylediler. Bu durumda ziyaretçiler bu temizliğin nasıl yapıldığını merak ettiler. Yetkililerin verdikleri ilginç bir cevap hala hafızamdadır;
“BİZ TALEBELERİMİZE TEMİZLİĞİ DEĞİL KİRLETMEMEYİ ÖĞRETİYORUZ”.
İşte meselenin özü budur.
Demek ki, istenirse oluyormuş. “İstenirse” oluyor ama kültürümüzün içselleştirdiği bir bünye ile oluyor ve olur. Genetiği bozulmuş bir nesil veya genetiği bozulmaya çalışan bir nesil ile bırakınız temizliği, varlığımızı devam ettirmek mümkün değildir.
Her zaman ve her vesileyle ifade etmişimdir; bir milleti bozmanın en kısa ve maliyeti en az yolu, onun lisanını bozmaktan geçer. Kültürün otobanı olan dili ve onun zemini olan alfabesini bozar veya değiştirirseniz, milleti topyekun kendini “temizleyemez” hale getirirsiniz…
EĞİTİMDE TEMEL ÇÖZÜM; TOPLUMUN KÖKLERİYLE BÜTÜNLEŞMESİDİR. Kökleriyle buluşmayan bir toplum dağınık olur. Kirlenmeye itilir. Temizlenmeye mecali olmayabilir. Neyin temiz neyin kirli olduğunu bilmeyecek kadar bönleşebilir.
Kökleriyle buluşan nesiller gürbüz olur . Biz, kökü mazide bir âtiyiz.
Evet, bunu hiç unutmamak gerekir; kökü mazide bir âtiyiz.
Bizde “maarif” kavramı “eğitim” halini aldıktan sonra patinaj yapmaya başladık. Unutulmamalıdır ki, “maarif” kavramında “ârif” olmak vardır. “Eğitim” kavramında ise alışkanlık olarak ifade edilen “eğitim” vardır. Maarif daha şümullü ve daha kapsayıcıdır. Dünü ihmal etmez. Bugünü içine alır. Yarını da inşa eder. Ama “eğitim” biraz daha edilgendir ve maalesef içinde muhteva fukarasıdır. Dünü dikkate alacak kadar mecali yoktur. Sadece bugünü düşünür ancak gelecek inşa edemez. Biyolojik varlığını sürdürmek muvacehesinde ve mide merkezli bir tasavvuru vardır.
Keşke böyle olmasaydı. Ama maalesef öyle….