Gelişen dünyamızın değişen insanı… Gerek psikolojik olarak gerekse yaşamın daha da uzayabileceği konusunda tıp dünyası oldukça iyimser raporlar sunuyorlar. Ve dünyamız kalabalıklaşıyor, hem sayı olarak hem her insanın sahip olduğu rollerin fazlalığı olarak.
Bu artış toplumumuzdaki karşılıklı iletişime hız kazandırırken iletişimin sağlıklı kurulmasına sekte vurabiliyor. İnsanların birlikte yaşamak durumunda olmaları şüphe götürmez bir gerçek. Bu birliktelik doğal olarak kendine has bazı kuralları geliştiriyor.
Yolda yürürken karşılaştığımız insandan, bir kurumun veznesindeki memura, evimize gazete getiren dağıtıcıdan bilet kesen gişe çalışanına kadar, ekranlardan haberleri sunan sunucudan köşke kadar bir dizi ilişkiler yumağı ile karşı karşıyayız.
İnsan ilişkileri denince aklımıza gelen kavramlardan en önemlileri sanırım sempatik olmak, duygudaşlık (empati) kurmak… Bunların yanında çok kullanılmasa da apatık olmakta bu alanın önemli kavramlarından biri. Apatık ve Sempatik olmak insan ilişkilerinde iki aşırı ucu temsil ederken ikisi arasındaki duygudaşlık açık ifadesi ile karşımızdakinin dünyaya bakış açısına karışmaksızın onu hissetmek acısına ya da sevincini paylaşmak olarak tanımlanabilir.
İlişkilerin harcama ve çıkar üzerine kurulduğu bir dünya düzeninde bulunuyoruz. Bu çıkar ve “ben” merkezli bakış açısı uluslar arası ilişkilerde daha keskinleşiyor. Ülkeler birbirlerini anlamak yerine harcamayı tercih ediyorlar. Ülkelerin menfaat üzerine birbirleriyle ilişki kurmalarını anlayabilirsiniz. Ya aynı dili konuşan, aynı ülkede yaşayan, aynı dinden olduğunu söyleyenlere ne demeli? Ortak bir dil değil, anlaşılan bir dili tercih etmeliyiz oysa.
İletişim; anlama ve anlatma gibi iki önemli bağ kurma yolu olarak tanımlanacak olsa sanırım olayın başlangıç noktası bulunmuş olur.
Sinemaya gidiyorsunuz, bir insanın anca sesini duyabileceğiniz kadar küçük bir bölümden sadece eli ile muhatap olup bir bilet alıyorsunuz. Arada ne bir selam ne bir kelam, otoyolları gişelerinde çalışanlar, gün boyunca bilet alıp para veren sürücülerin, sadece uzattıkları ellerini görmekten bıkmıyorlar mı sizce. Bu durumda olan bir kişi ile bile iletişim kurma imkânımız var oysa “merhaba” demek gibi “kolay gelsin” “iyi çalışmalar” demek gibi. Selam vermek gibi.
Lütfen ile başlayan bir cümlenin kendimizde oluşturduğu olumlu hislerin, bizim lütfen ile başladığımız bir cümlenin sonunda elde edeceğimiz kazanım hiçte ederi küçümsenmemeli.
Firmaları ve özellikle hizmet sektöründeki çalışanların bu konuda ne kadar başarılı olmaları gerektiği su götürmez bir gerçek. Yeri gelmişken yararına kesinlikle inandığım Toplam Kalite yönetimi çalışmalarının bu konuda iletişimimizi geliştirdiği muhakkak ancak eski çarşı esnafımızın Müşteri Velinimetimizdir dediği şey değil mi sizce.
Lütfen bu dünyanın kendi etrafımızda dönmediğini görmezlikten gelmeyelim. Edindiğimiz bilgi, beceri ve birikim karşı tarafın bilgi ve birikimi ile buluşmalı, bunun yolu belki de “lütfen” ile başlıyor.