Geçmişte Ortadoğu’nun en gözde ülkesi olan Lübnan son yıllarda felaket üstüne felaket yaşıyor ve krizlerin biri bitmeden diğeri başlıyor.
Lübnanlılar sosyal medyada “Lübnan çöküyor” etiketi altında ülkelerinin içinde bulunduğu durumu anlatan paylaşımlar yapıyorlar.
Beyrut Limanı’ndaki korkunç patlamanın izleri henüz silinmiş ve sorumluları bulunup cezalandırılmış değil.
Bir ara caddeleri çöplüğe dönüşen ülkede şimdi de ağır bir elektrik krizi yaşanıyor.
Ülkenin dünyaya açılan kapısı Refik el-Hariri Havalimanı’nda dahi elektrikler kesiliyor.
Elektrik krizi çözülemezse su krizi ve elektrikle bağlantılı daha birçok sorun da kapıda bekliyor.
Eczanelerde ilaç, hastanelerde boş yatak yok.
Geçenlerde henüz on aylık bir bebek hastanelerin dolu olması ve ilaç yokluğu sebebiyle hayatını kaybetti.
Lübnanlılar ülkelerinin içine düştüğü duruma isyan ediyorlar.
Fakat dini ve mezhepsel bölünmüşlüğün kurumsallaştığı, yönetimin Taif Anlaşması’na göre Hıristiyan, Şii ve Sünni gruplar arasında paylaşıldığı ülkede vatandaşın protestosunun çok fazla bir anlamı yok.
Bundan bir süre önce Lübnanlılar sokaklara inmiş ve istisnasız tüm yöneticileri ve siyasi liderleri istifaya davet etmişti.
Gösterilerde “Hepiniz demek hepiniz anlamına geliyor” sloganıyla ülkede yıllardır sahnede olan politikacıların tamamından bıktıklarını net bir şekilde dile getirmişlerdi.
Daha sonra Hizbullah militanları silahlarla ve sopalarla sokağa inerek göstericileri dağıttı.
Çünkü İran destekli örgüt, Lübnan’daki tüm yöneticilerin ve politikacıların üstünde bir güce sahip.
“Devlet içinde devlet” derler ya, öyle dahi değil.
Hizbullah’ın Lübnan’daki statüsü için “Devlet üstünde devlet” demek daha doğru olur.
Lübnan devletine ne kadar “devlet” denebilir, o da ayrı bir konu.
Dolayısıyla örgüt ülkenin bugün içinde bulunduğu durumun da bir numaralı sorumlusu.
Hatırlarsanız Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Beyrut’u ziyareti sırasında Hizbullah’ın önde gelen isimleriyle gizlice görüşmüş ve görüşmeyi deşifre eden gazeteciyi herkesin önünde azarlamıştı.
Lübnan’da Saad el-Hariri ve Cumhurbaşkanı Mişel Avn arasında anlaşmazlık yaşanıyor ve aylardır hükümet kurulamıyor.
Hükümet kurulsa bile elinde sihirli değnek olmayacak.
Lübnan’ın köklü sorunlarının ülkedeki mevcut sistemle çözülmesi mümkün değil.
Lübnanlılar her şeyden önce Hizbullah’ın silah gücüyle kurduğu vesayeti devirmek zorundalar.
Bu da mevcut şartlarda pek mümkün görünmüyor.
Lübnan’daki yönetim sistemi ülkeye felaketten başka bir şey getirmemesine rağmen bölgedeki başka ülkelere de ihraç ediliyor.
Saddam rejiminin devrilmesinden ve Amerikan işgalinden bu yana Irak’ın bir türlü belini doğrultamamasının başlıca sebebi Lübnanlaşması.
Aynı etnik ve mezhepsel kota sistemi Yemen’de ve Libya’da da uygulanmak isteniyor.
Söz konusu ülkelerde demokrasiyi tümüyle uygulamak yerine böylesine ayıplı bir sistemin -hem de Lübnan’ın ve Irak’ın hali ortadayken dayatılmasının- kasıtlı olduğunu düşünüyorum.
Lübnan’ı ve Irak’ı mahveden yönetim şeklinin Yemen’e ve Libya’ya hayır getirmesi beklenemez.
Sonuç oralarda da aynı olacaktır.
Bu arada, Katar Lübnan’a bir yıl boyunca her ay 70 ton gıda maddesi gönderecek.
Türkiye de Lübnan’a yardım ediyor.
Fakat o yardımlar ancak geçici olarak ve belli bir ölçüde derde deva olabilir.
Bizim tam da bu durumu anlatan meşhur bir atasözümüz var:
Dökme suyla değirmen dönmez!.