Tarih boyunca hüküm süren devletleri, insanlığı etkileyen oluşumları incelediğinizde, zamana meydan okumalarının altında iki unsur olduğunu görürsünüz.
Bunlardan ilki lider ve ana ekip, ikincisi ise ortaya konulan düşüncelerin toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte olmasıdır.
Aktardıklarımın en güzel ve kapsamlı örneği olarak yeryüzüne gönderilen peygamberlerin dönemlerini verebiliriz. Ayrıca uygulandığı toplumu, gerek ekonomik gerekse sosyal açıdan zirveye taşıyan modern düşünce sistemlerini de bu kapsamda değerlendirebiliriz.
Bu denli önemli olan liderin, hitap ettiği toplum üzerinde etkinliğini sağlaması da çeşitli şekillerde gerçekleşmektedir. Eğer yönetici kişi kendini geliştirip, doğuştan getirdiği özellikleri ve sonrasında kazandığı donanımı halkın ihtiyaçları doğrultusunda kullanıyorsa başarılı olabilir.
Buna karşın lider, egemenliğini zulümden alıp korku ve baskı imparatorlukları kurarak fıtri olmayan, zorlama seküler bir yapıda ülkeyi yönetiyorsa iktidarda uzun süreli kalıcı olması mümkün değildir.
Yaşlı Dünya, Doğusundan Batısına tarihin her döneminde gerek halkıyla barışık gerekse halkına düşman olan liderlere tanıklık etti. Bu isimler yalnızca kendi kuşaklarını da etkilemediler. Gelecek yıllardaki değişen düşünce ve sosyal dokuda da etkili olup yönetim anlayışının yeniden biçimlenmesini sağladılar.
Toplumun kaderini ellerine bıraktığı önderlerle birlikte yaşanan gelişmeler kendi içerisinde de sınırlı kalmadı. Başka ulusları hatta başka imparatorlukları etkiledi. Fransız İhtilaliyle oluşan fikir akımlarını ve diğer milletleri etkileme genişliğini bir düşünün. Yalnızca bu örnek bile, hangi çağda yada dönemde yapılırsa yapılsın ulusların etkileşimlere açık olduğunu gösterir. Her yeni oluşumda toplumlara bir dinamizm, bir çoşku ve çoğu durumda da yeni bir hak tanzimi getirmektedir.
Dünya’nın küresel bir köy haline getirdiği toplumlarda dışarıya dönük tüm iletişim kanallarını kapatsanız bile bu etkileşimi engellemeniz mümkün değildir. Fakat asıl önemli olan bilinçsiz kalabalıkların oluşturduğu anlık tepkiler değildir. Kitlesel hareketler hangi lidere bağlı olursa olsun eğer düşüncelerin geliştirilmesi sağlanamamışsa belli bir zaman diliminden sonra ayakta kalamaz. Bunun en önemli nedeni ise, aynı heyecanı duyan yada kavramlara aynı manaları yükleyen kadronun yeni kadrolar çıkaramamasıdır.
Batı bu sorunu çözebilmek için, misyonerlik faaliyetleri oluşturmuştur. Böylelikle bir yerde biten heyecanı başka bir yerde başka bir coğrafyada, farklı insanlar üzerinde deneyerek fikirlerini ve düşünce sistemlerini kalıcı kılmak istemiştir.”Üzerinde güneş batmayan ülke” sıfatıyla anılan İngiltere’yi düşünün. Hem kendi egemenliklerini tanıyacak ve koruyacak bir kukla lider seçerek, hemde gerek dil gibi kültürel çalışmalarla, gerekse çeşitli fikri ve düşünsel oluşumlarla birçok ülkeyi madden ve manen kendine bağlayabilmiştir.
Onların başarısı sömürü düzeninin nasıl oluştuğunu da göstermektedir. Buna karşın tarihi determizm (belirlenimcilik) hep bir sonraki adımın düşünülmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
Değişmeyecek gerçek şudur ki ; sizi domine eden, etkinliğinizi artıran, siyasal ve kültürel açıdan büyümenizi arttıran unsurlar, sistem değil de kişi bazlıysa yada dönem bazlıysa kısa ömürlü olur. Ama hiç etki bırakamaz, tabir-i caizse tarihe not düşemez demekte doğru değildir. Vaktiyle bir çok zorba hükümdarlar ve insanlığa uygun olmayan düşüncelerde hayatta kalmıştır.
Çerçeveyi daraltarak ülke bazlı düşünüldüğü zaman etkin bir lider ve ekiple başarılı hizmetler ve kalıcı tarzlar bırakılabilir. İlke bazlı menfaatten uzak ve vizyonunu uzun vadeli ayarlamış oluşumlar ise kalıcı olmaktadır. Bunu sağlayan unsur liderden öte ortaya koyduğu oluşumdur.
Hz. Peygamber aktardıklarımın en güzel örneğidir. O gerçek bir demokrasinin nasıl olması gerektiğini, lider üzerinden değilde sistem üzerinden aktarmıştır. Kendisinden sonraki dönemlerde de, liderini ve peygamberini kaybeden İslam Coğrafyası sistemin düzeni sayesinde dağılmamıştır. Hz. Ebubekir ve dört halife döneminde Müslümanlar büyük başarılar elde etmiştir.
Fakat sistemin değişip hilafetin saltanata dönüşmesiyle birlikte demokrasi unsuru yerini krallıklara, sultanlıklara bırakmıştır.
Zaman içerisinde de kendi halkına düşman olan liderler yönetime gelmiştir. Söz hakkının güçlünün elinde olması bunca kaousun ve acının hem sebebi hemde sonucudur.
Her ne kadar son dönemlerde halkın sesini duyurmasıyla birlikte yönetimler üzerinde “bahar”lar esse de sistem tam oluşturulmadığında halkların eskiye göre daha sert kışları yaşadığını görüyoruz.
Yıllar içerisinde oldukça büyük bir rant oluşturmuş kimseler, muhakkak ki dengeler değişirken işlerini ancak ortalığı karıştırarak devam ettirebileceklerdir. Kimi zaman darbelerle, kimi zaman iç çatışmalar, kimi zaman ekonomik çöküntülerle kimi zamanda suni gündemlerle varlıklarını sürdüreceklerdir.
Tüm bunlara karşınsa çözüm halkın bilinçli olacağı bir demokrasi kültürü oluşturmak ve lider bağımlılığından vazgeçerek etkin bir sistemsel bağımlılık oluşturmakla mümkündür.
Bunu başaran ülkeler üzerinden örnekler vermek gerekirse, bugün Japonya’yı yada Kore’yi düşünün. Her iki ülkenin de öne çıkan bir liderini hatırlayanınız var mı.? Lakin oluşturdukları sistemle teknoloji konusunda lider konumdalar. Aynı şekilde Batı Avrupa Devletleri. İngiltere’nin siyasi liderlerini kaçımız tanıyor. Almanya’da aynı şekilde. Hitler’den bugüne tanınan bir isim çıkartamadı. Fakat oluşturdukları sistemle yönetimlerine kim gelirse gelsin tüm Dünya’da etkin konumdalar.
Beklentilerimiz ezilen ve üçüncü dünya ülkeleri olarak adlandırılan devletlerin aynı sistemi oluşturabilmesidir. Bu noktada bizlere önemli görevler düşüyor. Hele ki Türkiye’mizin başta Müslüman alemi olmak üzere, tüm mazlum halkların lideri olduğu günümüzde, kalıcı bir sistemle başarımızı ve misyonumuzu ilelebet sürdürmeliyiz.
Hayırlı işlerinizde başarılar diliyorum.