Rengârenk lalelerin açması ile birlikte nihayet bahar geldi diyebiliriz. Son yıllarda artık geleneksel hale dönüşen lale ekimi şehrin atmosferine ayrı bir renk katarken, gündelik hayatın koşuşturması içerisinde mevsimsel geçişlerden bihaber olan insanlara durup nefes alma imkânı sağlıyor.
Meyve ağaçların şehrin merkezinde kendine yer bulamadığı noktada laleler bir teselli kaynağı oluyor. Özellikle Alaaddin Tepesi başta olmak üzere park ve bahçelere dikilen laleler, oluşturduğu güzel görüntülerin yanı sıra insana ayrı bir huzur veriyor. Tabiatın uyanışını simgeleyen laleler her şeyi hızlı bir şekilde tüketmeye alışmış şehir ahalisine kısa yoldan baharın geldiğini müjdeliyor. Osmanlı döneminden beri İstanbul’un simgelerinden olan, günümüzde de Emirgan başta olmak üzere İstanbul’u çepeçevre saran lalelerinde Konya’da yetiştiğini öğrenmek ayrı bir keyif verdi. Demek ki isteyince, azmedince kurak iklim, bozkır bitki örtüsü gibi coğrafi ezberler bir kenara bırakılıp rengârenk laleler, çeşitli çiçekler yetiştirilebiliniyormuş. Emeği geçenlere ne kadar teşekkür etsek azdır. 2000’li yılların başlarında lale kültürünün yeniden canlandırma çalışmaları başladığı dönemde bir kısım istemezük kafasındaki insanların ömrü birkaç ay olan bir çiçeğe bu kadar masrafa gerek var mı söylemleri bugün sadece bir tebessüm olarak hatırlanıyor. Umarız ecdat yadigârı lale kültürü dünyanın birçok ülkesine de tanıtılarak hem ülkemizin imajına, hem de yapılacak ihracatla ekonomimize de bir katkı sağlanmış olur.
Şehrin yapısında yaşanılan dönüşümle artık dört bir yanımızı yüksek katlı apartmanların kaplamasıyla birlikte çiçekli ağaçlarda günlük hayatımızdan çıkmaya başladı. Bugün müstakil, bahçesinde çeşit çeşit meyve ağaçlarının yer aldığı evler kenar semtlerde yıkılacağı günü beklemeye başladı. Yahut da lüks diyebileceğimiz semtlerde dikenli hatta jiletli tellerle çevrili duvarların arkasında kaldı. Şehrin sokak ve caddelerinde, belediyeler tarafından yapılan parklarda çam, ardıç başta olmak üzere çiçeği olmayan donuk bir yeşilliğe sahip ağaçlar yer alıyor. Kısa sürede büyümesi, bakımının kolay olması gibi avantajları nedeniyle dikelen bu ağaçlar insana içinde bulunduğu mevsimi hissettiremiyor. Oysa tomurcukların filizlenmesi, çiçek açması ve nihayetinde de dalların meyveye durmasıyla devam eden baharın başlaması ve yaza ulaşma döngüsü bu bahsettiğimiz ağaç türleriyle çok fazla yaşanamıyor. Konya’nın çeşitli noktalarına dikilen sakura diye adlandırılan Japon süs kirazı bitkilerin güzelliğini görmezden gelmiyorum ama ne kadar hoş görüntüsü olsa da bu bitkiler bana biraz yapay geliyor. En azından meyve ağaçlarının yerini tutamazlar diye düşünüyorum. Keşke her sokağa, her okulun bahçesine hiç olmazsa 3-4 çeşit meyve ağacı dikilerek çocuklar başta olmak üzere herkesin baharın atmosferini yaşaması sağlansa ve akabinde de bu ağaçların meyvelerinden de çocuklar nasiplense… Bu çok zor olmamalı ama sadece Konya’da değil ülkemiz genelinde belediyelerin park ve bahçe işleri nedense hep benzer bir şablonla yürütülüyor. Meyve ağaçları müstakil evlerin haricinde sadece şehrin dışındaki bağ-bahçelerde yer bulabiliyor.
Lale ve meyve ağaçları birbirine alternatif değil tam tersine tamamlayıcı unsur olarak değerlendirilmeli. İkisinin bir arada bulunduğu bahçeler insana daha fazla huzur verir ve gelecek nesilleri de kalıcı bir eser bırakılmış olur. Umarız ilerleyen dönemde yetkililer laleyle aynı ölçüde meyve ağaçlarına da ağırlık verirler ve biz iki güzelliği bir arada yaşamız oluruz.