Yunanistan’ın Almanya’nın başını çektiği Avrupa Birliği ile sirtakisi devam ediyor, böyle giderse belli bir süre daha karşılıklı elense çekmeler süreceğe benziyor. Yunanistan içine düştüğü kaostan doğal olarak en az hasarla kurtulma hesaplarını yaparken, Avrupa Birliği yetkilileri de hem işin içine Rusya’nın karışmasını önleyerek çözmek hem de bir an önce Yunanistan’ın hizaya getirilip ekonomilerine olası etkilerini azaltılıp hararetin düşmesi ümidini taşıyorlar. Çünkü Yunanistan çözümsüzlüğünün sonuca kavuşturulamaması en başta Avrupa ülkelerinin borsalarında düşüşlere yol açmaya devam etmesi, firmalar bazında ortaya çıkabilecek finansal istikrarsızlığın reel ekonomiyi de kapsayacak şekilde etkilemeye başlaması durumunda, iş dünyasının geleceğe yönelik ekonomik karamsarlık içine düşmesi anlamına gelir. Bu durum aylardan beri piyasaya sıcak para sürerek deflasyonist ortamdan çıkmak için mücadele veren Draghi’nin emeklerinin boşa gitmesi yanı sıra, orta ve uzun vade de istikrarlı olmak kaydıyla ekonomik büyüme yarışında ABD, Çin gibi küresel boyutlu rakiplerinin gerisinde kalması demektir ki bunu da hiçbir Avrupa’lı istemez. Bu nedenle Avrupa’nın şımartılmış çocuğu Yunanistan sorununu AB çözmek zorunda, değilse tüm Avrupa’nın ekonomik ve sosyal ayarlarını tahriş etmeye devam edecek, görünen bu.
Yeni dünyaya yani ABD’ye bakacak olursak, tüm yerküreyi yapmış olduğu FED toplantıları ve sonrası yetkililerin demeçleriyle meşgul etmeye tabir yerindeyse gözlerinin içine baktırmaya devam ediyorlar. Çarşamba günü yapılan toplantıdan sonraki yetkililerin açıklamaları ağırlıklı olarak, faiz artırımı politikası uygulamasına geçmek için acele edilmeyeceğini işaret ediyor. Ancak Yellen ve ekibi, faiz artırım politikası uygulamasına geçmeleri durumunda dünya ekonomilerinin neredeyse tamamına yakın bir kısmının az veya çok bir şekilde etkileneceğini gayet iyi bildiklerinden, FED yetkilileri açıklanan Amerikan ekonomi verilerinin gelişine göre yorumlar yaparak, hatta çoğu zaman bence bilinçli bir şekilde aynı veri için farklı görüşler açıklayarak adeta dünya ekonomisini test ediyorlar, dünyayı diken üstünde tutuyorlar. Kendilerine göre de haklılar, çünkü şimdilik de olsa dünyanın en büyük ekonomisine sahipler (şu anki ekonomilerin gelişim sürecine göre 2025 yılında birincilik koltuğuna ÇİN oturacak), askeri güç bakımından da olduğu gibi. Bu nedenle başta ekonomik olmak üzere sosyal, siyasal ve kültürel kısaca her açıdan dünyayı dizayn etmeye çalışıyorlar. Bu zamana kadar ABD’nin başarılı olduğu açık olarak görülüyor.
Yakın geleceğin dünyanın efendisi olmaya en yakın ülkesi, adeta sembol haline gelmiş yıllık %9 büyüme oranıyla, normal ihraç ürünleri yanında %15 oranında yaptığı yüksek teknolojik ürün ihracatıyla Çin, günümüz itibariyle içinde bulunduğu kalkınma hızının düşmesi sorununu üretimi artırmak için uygulamaya koyduğu maliye politikalarıyla ve merkez bankası politikası uygulamaları ile aşmaya çalışıyor. Neredeyse her türlü mal ihracatını yapabilen, kalifiye ve yüksek nitelikli teknolojik üstelik ucuz maliyetli yoğun işgücüne sahip Çin, kısa süre içinde stagnasyondan (durgunluktan) kurtulacaktır. Ümit edelim kurtulsun, çünkü dünyanın en önemli ihracat ve ithalat yapan ülkelerinin önde gelenlerinden olan Çin’in durgunluktan çıkması tıpkı ABD gibi, tüm dünya ülkelerinin gelirlerinin artması anlamına geliyor. Bu ise domino etkisi misali mal ve hizmet miktarlarına talebin artması; yatırımın, üretimin, istihdamın artmasına bu da yine gelirin artmasına yol açacağı için global mal ve hizmet üretimi yani dünya refahının yükselmesi demek. Bu nedenle rezerv paraya sahip, dünyanın en büyük ekonomik gücünü askeri gücüyle destekleyen ABD’nin, dünyanın ikinci önemli bölgesel ekonomik gücünü (askeri güçten yoksun) elinde bulunduran fakat ekonomik açıdan tek yürek olmayı başaramamış AB’nin, olağanüstü doğal kaynaklar (doğal gaz, petrol) üzerinde oturan ve özellikle Avrupa’nın karabasanı konumunda olan Putin Rusyası’nın, gelişmiş ülkeler sırlamasında Almanya ile birlikte ilk üçte yer almasına rağmen yer altı kaynaklarından ve akeri güçten yoksun olmasına rağmen dünya ticaretinde önemli bir ağırlığı olan Japonya’nın, gelişmekte olan ülkeler kategorisinde yer almasına ve nüfusunun (1.3 milyar) yaklaşık üçte ikisi (800 milyon) yoksulluk içinde yaşamasına rağmen dünya pazarlarında rekabet edebilecek kalitede ve fiyatla her türlü malı üretip satabilecek kapasiteye sahip üstelik dünya piyasalarında ciddi boyutta ağırlığı olan Çin’in ekonomileri kendilerini olduğu kadar tüm ülkeleri birinci derecen etkiliyor. Sarmaş dolaş olmuş ülkelerin her türlü ilişkiler önemli, yukarıda saydığım ülkeler daha önemli. Yani her ülke tabi ki tek olarak sayılıyor ama özgül ağırlıkları oldukça farklı. Ülkelerin karşılıklı ilişkilerinde, icraatlarında, yaptırım gücünde zaten bu açıkça görülmekte. Bazı ülkeler konuşur, bazıları yapar; ABD, Almanya, Çin, Japonya, Rusya gibi.
Soru: Sermaye yoğun teknoloji, istihdam düzeyini her zaman azaltır mı? Neden?...
Sözün Gözü: Harflerin ağırlığı hep aynıdır, önemli olan kelimeleri oluşturduğunda taşıdığı anlamlardır.