Geçtiğimiz günlerde bir takım çevreler bir bardak suda fırtına kopardı. Bunlardan bir kısmı, Mevlid kandili diye bir şey yoktur. Kandil kutlaması bid’attir, dedi. Diğer bir kısmı da kutlu doğum haftası üzerinden Diyanet eleştirisi yaptı. Bir başka tartışma da kutlamalarda miladi takvim mi yoksa hicrî takvim mi izlensin? üzerinden yürütüldü. Hâlbuki ülkemizde asırlardır velâdet gecesi hicrî takvime göre kutlanıyor. Kutlu doğum ise, bir ibadet olarak değil, bir kültürel faaliyet olarak değerlendiriliyor. Bid’at ve hurafeleri yıllardır “din” diye pazarlayan bir çevrenin kutlu doğum eleştirisi insana “tüh!” dedirtiyor, doğrusu..
Olayın ateşi soğumadan Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Genel Müdürlüğümüz konunun taraflarını iki gün boyunca bir çalıştayda toplamalı, bu işin enhâsı ve minhâsı bütün yönleriyle masaya yatırılıp tartışılmalıdır. Kutlu doğum tartışması başlatanların arkasında nasıl bir zihin olduğu açığa çıkarılmalıdır. Bu toplantıdan çıkacak sağduyulu karar, aziz milletimize deklare edilmelidir.
Hepimizin bildiği gibi Hz. Peygamberin doğumunu kutlamalar sahabe döneminde yoktu. Sonradan ortaya çıkmıştır. Sahabe döneminde, ne Hz. Peygamberin doğum günü, ne hicret olayı ve ne de Bedir gazvesi yıldönümleri kutlanmıştır. Niçin, diye soracak olursak, şu cevabı vermek mümkündür. Onların hayatlarının tüm alanlarında Hz. Peygamber (a.s) ve onun getirdiği ilahi öğreti, canlı ve dipdiri bir şekilde yaşatılıyordu. Sahabe, Kur’an surelerini ezberleyip yaşadıkları gibi, Hz. Peygamber’in gazvelerini de yaşatıyorlar ve çocuklarına anlatıyorlardı. Yani, Bedir’de ne oldu, Uhud’da ne oldu, Hendek ve Hayber Gazvesinde ne oldu? Bütün bunları ashab-ı kiram, çocuklarına aktarıyordu. Çünkü onlar, bu olayların bizzat kahramanlarıydı. Bu şekilde onlar, İslamî hayatın coşkusallığını diri tutuyorlardı.
Aynı zamanda büyük fedakârlıklarda bulunmaktan çekinmeyen sahabe-i kiram efendilerimiz kanalıyla Hz. Peygamberin hayatında neler olup bittiği, yeni nesillere sadece bir bilgi malzemesi olarak değil, eylem olarak da aktarılıyordu. Onların, Hz. Peygamber’in kutlu doğumunu ve savaşlarını, salt bir gün ya da haftaya sıkıştırarak kutlamaya ihtiyaçları yoktu. Bu güzel hatıralar zaten onların zihin ve hayatlarında 365 gün 6 saat gece-gündüz yaşatılıyordu. Buna belki bugün bizim daha çok ihtiyacımız vardır.
Öyle bir zaman geldi ki, insanların akıl ve vicdanlarından bu güzel günlerin anıları silinmeye ve unutulmaya başladı. İslam toplumları zihin ve hayatlarından çekilmeye başlayan bu anlamlı günleri yeniden diriltmeye ve unutulan değerleri yeniden hatırlamaya ihtiyaç duydu.
Bu sebeple, kutlu doğum haftası Muhammedî risaletin ve Nebevî siretin hakikatlerini ortaya koymada iyi bir fırsat olarak görüldü. Bundan dolayı, Mevlid-i Nebi için ihtifaller düzenlemek her şeye değer. Çünkü onun getirdiği ilahi mesaj, evrensel değerlerle yüklüdür. Modern dünyanın yaşadığı kaotik dönemlerde, bu değerleri tanımaya bugün daha çok ihtiyacımız vardır. Bu da ancak böylesi vesilelerle gerçekleşmektedir.
Kutlu doğum haftası münasebetiyle başta kendi insanımız olmak üzere tüm insanlığa bu büyük hadiseyi hatırlatmak ve ondan faydalanmaları için zemin oluşturmak adına yapılan sosyo-kültürel faaliyetler takdir edilmelidir, desteklenmelidir. Kaldı ki, bu faaliyetlerle, hem Müslümanların ve hem de dünya insanının İslam’la ve Hz. Peygamberin muhteşem sünnet ve siretiyle bağlantı kurmaları sağlanmış olacaktır. Zira yaşadığımız yüzyılda özellikle Batı dünyasında bazı ülkelerin himayesinde sürdürülen islamofobi ve anti-İslamizm gibi faaliyetlerin önüne ancak bu şekilde geçilebilir. Bu sorumluluk fert fert hepimize düştüğü gibi, Müslümanların kurum ve kuruluşlarına da düşmektedir.