Kurumların iletişimi konusunda bir kitap hazırlıyorum, yayıncı bulmam biraz zor olabilir belki ama normalde kitabı genel taslak olarak tamamladım.
Üzerinde durduğum konuyu ise Konya gibi şehirlerimizde bu konunun iş hayatının tamamen birinci dereceden bir parçası olmasına katkı yapmak olarak ifade edebilirim.
Halkla ilişkiler (public relations) yani PR ile kurumsal iletişim (corporate communications) kavramlarının çok keskin bir şekilde hala bile ayrılamadığını görebiliyoruz, bunu da belirteyim.
Ama bütün bunlarla birlikte artık Türkiye’de kurumsal iletişim ve halkla ilişkiler kavramları arasındaki ayrım özellikle büyük çaplı kuruluşlarda başarılmış gibi görünüyor.
Benim gözlemleyebildiğim kurumlarda en azından bu konularda farklı metotların takip edildiğini görebildiğimi belirtebilirim.
Kurumsal iletişim de tabi konuyu tam izah edemiyor, bu noktada da pazarlama iletişim devreye giriyor, pazarlama iletişim ile asıl satış hedeflendiği için daha bariz bir yönetim şekli oluşmuş oluyor.
Recep Konuk Başkan, bu konuları aslında Konya Şeker’de Anadolu Birlik Holding sistemi altında oturtmuştu, İstanbul’da pazarlama iletişim, Konya’da ise kurumsal iletişim.
Reklam, marka yönetimi, kurumlarla ilişkilerin sağlanması, geri bildirim (feedback) ve buna karşı tedbirlerin alınması gibi konular da bu çerçevede sistemli bir şekilde yürütülebiliyordu.
Tabi daha sonraki yönetim tarafından Torku gibi bir markanın zaten İstanbul ayağı kapatıldı. Ajanslarla bağ koptu, doğal olarak da Konya’dan hepsi yürüyemeyeceği için marka değerine zarar verilmiş oldu da kim önemseyecek bunu?
Bünyesinde ciddi sorunlar barındıran dağıtım ağında çözülmesi gereken sorunlara odaklanmak yerine, işini çok başarılı bir şekilde yapan markalaşmaya ve satışa destek veren birimlerin kapatılması bir gün belki o kurumda da sorgulanır, bilemiyorum, bildiğim şu, kurum ne kadar büyük olursa olsun, ne kadar pazara hâkim olursa olsun mutlaka bir reklam ve medya yönetimine çok güçlü bir şekilde ihtiyaç duyuyor.
Üzerinde durmak istediğim bir konu daha var, onu da ifade edeyim, İletişim Fakültelerimizin son dönemde bu alanlarda yetiştirdiği gençlerimizle konuştuğumuzda başarılı işler çıkarıldığını da görebiliyorum.
İletişim Fakültesinin önemli olduğunu, bizim nesilde her ne kadar kendini yetiştirmek üniversiteli olmaktan önce geldiyse de artık üniversiteli olmanın birinci şart olmasının değerini ve bu çerçevede de kendilerini yetiştirenlerinin öne çıkacağının da gençler tarafından görülmesinin önemini belirtmek istiyorum.
Zaman zaman yanıma gelen gençlerden de görüyorum, hakikaten zehir gibi gençler var, çok başarılı işler de yapacaklar, buna da inanıyorum ama şirketlerin de, kurumların da bu konuların önemine inanması gerekiyor ki bu gençlerimizin çalışmalarının bir anlamı olsun, çalışmaları para etsin.
Kurumsal İletişim satışa katkı yapacak, markalaşmaya katkı yapacak, pazarda yer edinmeye katkı yapacak, burada çalışan arkadaşlarımız iyi para kazanacak, kurumlar da buranın önemli olduğunu görecek. Modern ve büyük kurumlarda sistem bu şekilde işliyor.
Biz Konya’da yetiştik, Konyalıyız, Konya’nın iyisini kötüsünü az çok biliriz.
Sıfırdan yetiştik, İstanbul Ankara tutunamazı, oralarda artık oluşmuş buralara sığınmış tiplerden de değiliz.
Kendimizi geliştirmeye çalıştık, önemli olabilecek kurumlarda ezile ezile bu işleri hem öğrendik hem de fiili olarak kurumlara hizmet ettik.
Kamu kuruluşlarının rahatlığı da yoktu elimizde.
Şimdi bu birikimle bir şey demeye çalışıyorum.
Konya’da kaliteli üretimler yapılıyor, sistem var, mühendis var, işçi var, iş yönetimi sistemini öğrenmiş sanayici var.
Bir gün Hakkâri’de askerlik yaparken Konyalı olduğumu söylemiştim.
"Hangi ürün var sizin orada ünlü" diye sordu bana bir komutan, ona bir yağ markamızı söyledim, çok başarılıdırlar, çok nitelikli yağ üretirler dedim ama baktım tanımıyorlar.
Tabi şaşırdım, ben şahsen evime o yağ markasından başkasını almam, kalitesine de inanırım ve güvenim de tamdır…
Peki, neden bütün Türkiye’de tanınmıyordu da yerel bir marka olarak kalmıştı?
Ey Konyalı firmalar, bu alanları önemseyin, bu alanlar sizi büyütür, tamam zaten mühendisiniz var, üretim yapıyorsunuz, muhasebeciniz var, işte böyle bir noktada birkaç küçük dokunuşla niye Konya’dan bir Şölen çıkmasın? Neden bir Eti çıkmasın? Neden bir Ülker çıkmasın, neden bir “Pınar” çıkmasın?
İşin kötü tarafı şu tabi, yıllardır diyoruz, hala diyoruz ilerleme çok küçük mesafelerle oluyor, hatta büyüyen bile küçülüyor…
Her neyse, işte kurumların bu çalışmaları yürütürken de bunun karşılığında büyüyeceklerini, daha fazla kazanacaklarını da görmeleri gerekiyor. Netice itibariyle bizim ifade ettiğimiz konu, karşılığı olmayan, boş yatırımın yapıldığı ama bir getirisi olmayan hususlar değil, ciddi bir şekilde pazarda güçlenmekten, süreci çok başarılı bir şekilde yürütmekten bahsediyoruz.
Hatta şimdilerde görüşlerim de daha gelişti, konvansiyonel medya ile sosyal medyanın bile yönetiminin ayrı olması gerektiğini düşünüyorum.
Markalaşmak çok zor bir süreçtir. Ve aslında direk satışla ilgilidir. Markalaşmayı başarmış bir ürün üzerinden piyasanın fiyat politikasını bile belirleyebilirsiniz.
Ultra teknoloji çağındayız.
Pazarlar globalleşmiş durumda.
Başka illeri bırakın başka ülkelerin yerel markaları bile pazarımıza girebiliyor, böyle bir süreçte önce Başlangıç Stratejisi sonra ise Marka İnşası Stratejisini uygulayabilen markalar öne geçecekler, geçiyorlar.
Sosyal medya markalaşmada kurumlara daha ucuz reklam olanakları sunuyor.
Çok farklı ürünlerin pazarlara girebildiğini görüyorsunuz, bambaşka konulardan bahsediyoruz, hibrit araçlara alışamadan elektrikli araçlar hayatımızın bir parçası oldu.
Cep telefonu pazarlamayı bırakın, şimdi koskocaman global firmalar yazılımlara yatırım yapıyor, mesela Spotify gibi ürünleri pazarlıyorlar.
Siz böyle bir çağda, sadece şeker pancarı ekeceğiz ve konumumuzu koruyacağız diyemezsiniz, şeker pancarını da ekemez hale gelirsiniz.
Konyalı sanayicimizin, iş insanımızın görmesi gereken hususlar bence bunlardır.
Hayal görmeye gerek yok, eğer bugünkü büyüklüğünüz ile yetinirseniz canavarlaşmış global şirketler hepinizi yutacak, kazanç alanı kalmayacak.
Hani Adese vardı, Konya’nın en büyük marketi…
Sürdürülemedi ne oldu?
Şimdi Konya’daki marketçiliğin büyük pastasını kim yiyor?
Konyalılar mı yiyor, ulusal ya da global zincirler mi?