Dünya ekonomisi acabalar arasında kendine yön bulmaya çalışıyor. Bu anlamda ülkeler, bir yandan iktisadi gerçeklere göre pozisyon belirlerken, diğer yandan olası ekonomi, siyasi ve sosyal gelişmeler üzerine çözümler üretme çabasıyla uğraşıyorlar. Ülkelerin ekonomileriyle ilgili gelişmeler ve verilere göre, kısa vadede yapılması ve alınması gereken önlemler aşağı yukarı belli. Burada esas mesele; siyasi, iktisadi ve toplumsal çıkarların oynaklığının yüksek olması ve bu yeni duruma göre de politikaların değişmesidir. Söz konusu çıkarların oynaklığına göre genel olasılıklar, küresel ve ulusal bazda olmak üzere kabaca ikiye ayırarak incelenebilir. Küresel açıdan bakıldığında en önemli bilinmeyen, Trump’ın başkanlık yarışını H. Clinton’un önünde net bir şekilde kazanmasından sonra, seçim çalışmaları sırasında söylediği kavgacı ifadeleri ve takındığı hırçın, agresif, dengesiz davranışlarını, başkan olarak göreve geldikten sonra sürdürüp sürdürmeyeceği. İkinci olarak ve ülkemizi de yakından ilgilendiren, AB parlamentosunun, ülkemizin üyeliğini dondurma kararı almasının AB ve ekonomimizi ne boyutta etkileyeceği. Üçüncü olarak ABD, AB, Rusya’nın çıkarlarına göre dizayn edilmesi amacıyla ateş topu haline getirilen, Suriye ve Kuzey Irak merkezli terör çatışmaların ne zaman ve nasıl sonlanacağı. Dördüncü olarak petrol fiyatlarının istikrara kavuşup kavuşmayacağı veya hangi fiyat düzeyinde stabil hale geleceği. Beşinci olarak ise gelişmekte olan ülkelerin yapısal ekonomi sorunlarını çözme konusunda başarılı olup olmayacakları.
Ülkemiz açısından olası gelişmelerden önemlileri ise şöyle sıralanabilir. İlk olarak, beklentilerin tersine Merkez Bankasının yaklaşık üç yıl aradan sonra gecelik borç verme faiz oranını %8,25’ten %8,5’e, politika faizini %7,5’ten %8’e yükselterek faiz artırımına gitmesinin yansımalarının boyutunun ne olacağı ve ucunun nerelere dokunacağı. Bunun devamında hükümetle Merkez Bankası karşı karşıya geldiğinde, bilek güreşinden kimin galip çıkacağı ve ekonomimize yapacağı etkilerin, tahribatın hangi düzeylerde seyredeceği. İkinci olarak siyasi arenada başkanlık konusunda tartışmaların sertleştiği bir ortamın makro ekonomimize yansımalarının boyutu. Üçüncü olarak AB ile üyelik sürecinin bu zamana kadar hiç olmadığı kadar çıkmaza girmesinin siyasi ve iktisadi ilişkilerin geleceğini ne yöne götüreceği. Dördüncü olarak genelde demokrasi seviyemizin özelde ise devam eden OHAL sistemiyle ilgili tartışmaların gittikçe yoğunlaşması ve ne zaman sonlandırılacağının sıkça dile getirilmesinin dış dünyaya yansımasının, ülkemize reaksiyon olarak tepkisel yaptırımların ekonomimizi test etmesinin sonuçlarının ne olacağı.
Küresel ve ulusal çerçevede, yukarıda bir çırpıda sayılan önemli faktörlerin meydana gelmesi halinde ortaya çıkacak ekonomik, siyasi ve toplumsal sonuçların boyutları, hemen her ülkenin etkileneceği, kendini soyutlayamayacağı gerçeklerdir. Bilinen yani ekonomilerin içinde bulunduğu koşullara, açıklanan verilere, ülkelerin uygulamaya koydukları her türlü cari politikalara göre yapılması gerekenler bellidir. Önemli olan bunları uygulamaya koyabilme dirayetini gösterebilmektir. Bu işin kolay tarafı, esas mesele küresel ve ülkemizle ilgili varsayımların hangisinin gerçekleşeceğini önceden okuyarak, uygun reformlar geliştirebilmektir. Gerçekçi olmak gerekirse, ABD, AB başta olmak üzere Rusya, Çin gibi ülkelerin kendi çıkarları uğruna terör örgütlerini, kendi halkına bomba yağdıran yönetimleri desteklediği bir ortamda, küreselleşmenin kapsayıcılığı ve dayattığı politikalarda göz önüne alındığında, başarı oranı oldukça düşüktür. Bu küresel reel ve finansal sektör dayatmaları yanında TCMB’nın faiz artırımına gitmesinin, merkez bankasının bağımsız olup olmadığı temelinde yeni bir tartışmanın fitilini ateşlemesi, enflasyon, işsizlik, cari açık gibi ekonomi ağırlıklı sorun ajandamızın bir türlü hafifletilememesi, bunun üzerine başkanlık tartışmalarının oluşturduğu gri ortamın, işadamlarının gelecekle ilgili olumsuz beklentiler nedeniyle yatırımlarını ötelemesiyle birleşince, ülkemizi başta ekonomi olmak üzere siyasi ve terör merkezli, daha yoğun ve zorlu bir serüven bekliyor. Ülke olarak bu sorunları bir şekilde çözüp, reel üretimi artıran çalışmalara çok önceden yoğunlaşmalıydık. Gelişmişlik açısından aynı grupta olduğumuz ülkeler, bizim önümüzdeler ve arayı açmaya devam ediyorlar. Fikri Mülkiyet Hakları Örgütü (WIPO), 2015 yılında Çin’in bir milyondan fazla patent başvurusuyla dünyada ilk sırada yer aldığını, bu ülkeyi ABD, AB, Japonya ve Hindistan’ın takip ettiğini açıkladı. Bu ülkeler arasında Çin ve Hindistan ile gelişmekte olan ülkeler grubunda yer aldığımızı ve patent sıralamasında Türkiye’nin uzak ara isminin geçmediğini hatırlatalım. Bu gibi iktisadi realiteler yanında, ekonomik yapısal sorunların çözümünde kalıcı başarılar yakalayamamamız, ülkemizin asgari çıkarlar konusunda bile ortak payda etrafında toplanamamamız nedeniyle CDS puanımızın 300’lere doğru yanaşması, TL’nin dolar veya euro karşısında diğer gelişmekte olan ülke paralarına göre daha fazla değer kaybetmesi boşuna değil. ABD, FED, EU, ECB, BOE, BOJ, OPEC, S&P, FITCH, MOODY’s vb. ülke/kurumların aldığı ve alacağı kararların ülkemize olumlu veya olumsuz yansımasının sorumlusu biziz. Türkiye olarak başta ekonomide olmak üzere siyasi, sosyal ve toplumsal açıdan ne kadar güçlü, bir o kadarda birlik beraberlik içinde olursak, etkilenen değil etkileyen ülke oluruz.
Soru: Ekonomik entegrasyonlar ülke ekonomilerinin gelişimi için her zaman avantajlı mıdır? Neden?
Sözün Gözü: Herkesin ederi bir avuç toprak.