Geçtiğimiz haftaya damgasını vuran Fransa’daki terör olayları kamuoyunu meşgul ediyor. Bir dahlimiz olmasa da olaylardan biz de etkileniyoruz. Küresel siyaset dediğimiz şey aslında tam da bu. Dünyanın bir coğrafyasında olup, bitenler başka yerlerde etki meydana getiriyor.
Fransa tarihi pek çok ‘kara leke’ ile dolu. 1957 Cezayir katliamı bunların başında geliyor. Yaklaşık bir milyon Cezayirli dünyanın gözü önünde katledildi. Irak bugün hangi duruma getirildiyse, Afganistan nasıl acı ve gözyaşının merkezi haline sürüklendiyse, Cezayir de aynı durumdaydı. Fransa başka ülkelerde de kan ve gözyaşı ekmişti. Nefret tohumlarının yeşerttiği düşmanlığın rehberliğinde yolunu bulmaya çalışan insanlar ve topluluklar şimdilerde ne yapacaklarını bilemeyecek, şiddeti nereye yönlendireceğini hesap edemeyecek durumdalar.
Bu kendi topraklarında da aynı şekilde kendini gösterdi. Deri renkleri, din ve inanç sistemleri farklı olan ve Batı ‘kalıplarına’ uymayanlar hep yadırgandı, hep ayrımcılığa tabi tutuldu. Göçmenlerden ikinci, üçüncü kuşaklar Fransızca konuşmalarına ve Fransız eğitimi almalarına rağmen kendilerini o topraklara ‘ait’ hissetmediler. Anayurtlarıyla bağları da aynı derece zayıftı. Arasat’ta kaldılar. Bu gençler şimdi kendilerine bir yol bulma derdindeler.
İçeriden ve dışarıdan müthiş bir tazyik altında kalan Fransa, aslında Rusya, Almanya, Çin, Suudi Arabistan, İsrail, İngiltere ve ABD’den çok farklı değil. Hepsi de ülke içinde ve dışında hak ve adaletten yana olmadılar. Sürekli ayrımcılık, sürekli haksızlık ve sürekli yanlış işler yaptılar.
Daha birkaç hafta önce ABD - Ferguson’da siyahi silahsız bir gencin bir polis tarafından on iki kurşun sıkılarak öldürülmesi neticesinde başlayan olayların sıcaklığı henüz geçmiş değil. Suudi Arabistan da aynı durumda: Sisi’yi destekleyen, ülke içinde had safhada ulaşan adaletsizliğe rağmen Hadim-ül Haremeyn şerefine sahip olduğunu iddia eden modern Firavun rejimi. Almanya, Çin, Rusya bahse değer bile değil.
Adaletsizlikler sadece bu ülkelerde değil, dünyanın farklı coğrafyalarında etkilerini gösteriyor. Yaktıkları ateş kendilerini de yakacak gibi. Bugün hiç kimse güvende değil. Bakıyorsunuz aynı gün Yemen, Afganistan, Nijerya, Irak ve Suriye’de yüzlerce insan bir günde hayatını kaybetmiş. Bunlar Müslüman coğrafyadaki yansımalar. Şimdi de sıranın bu ateşi yakanlara geldiğini görüyoruz.
Düşünce özgürlüğüne sınırsız destek verdiğini ifade eden Fransa’nın bu konuda ikircikli tavrı ayrıca eleştirilmesi gereken bir konu. Yahudi meselesi ve sözde Ermeni soykırımı gibi konular söz konusu olduğunda aşırı duyarlık gösteren ülke, Peygamber efendimize hakaret eden dergilere aynı yaklaşımı sergilememekte.
Kimler tarafından ‘kullanıldıklarını’ bilmediğimiz Müslüman kardeşlerin dergi baskınını biraz da bu şekilde değerlendirmek lazım. Terör, terördür; mazur gösterilemez. Hele silahla netice almaya çalışmak kabul edilebilir bir durum değil. Aşırılıklara ve baskıya karşı aşırı derecede duyarlı olan Kuzey Afrika orijinli Müslüman gençler bu soğukkanlılığı sürdüremiyor; belki de karanlık Siyonist mihrakların oyununa geliyorlar.
Olaylardan sonra yapılan açıklamalar, Batının olayı değerlendirme biçimi ve gösterdiği reaksiyon son derece tehlikeli. Bakıyorsunuz Yahudi medya patronu Murdock, terör olaylarından bütün Müslümanların sorumlu olduğunu söylüyor. Haykırmak lazım, geçtiğimiz Ramazan’da iki bin kardeşimizi katlederek, bütün altyapısını imha ettikleri Filistin’e saldıran terör devleti İsrail’e hiç sözünüz yok mu? İki milyon Iraklının katlinin müsebbibi ABD’ye, Uygur Türklerine karşı yapılan mezalimin sorumlusu Çin’e ne diyorsunuz? Ya, İslam ve Müslüman düşmanı BM?
Fransa, İngiltere, Almanya, ABD ve İsviçre gibi Batılı ülkeler bugün güvende değil. İsrail korku içinde yaşıyor. Bunlara karşı bir hareket başlatılsın demiyorum. Saldırıların nedenini ‘doğru’ okuyamazlarsa, alacakları tedbirler başarısız olacaktır. Öncelikle Avrupa Merkezci (Euro-centric), Yahudi-Hristiyan bakış açısından uzaklaşmaları gerekiyor. Her şeyi kendi menfaatleri perspektifinde değerlendirmeleri yanlış. Evet, o topraklar kendi toprakları. Sistemler kendi sistemleri. Ancak, Müslüman göçmenler orada yasal bir şekilde ikamet ediyorlar; hukuka uyanlara, hukuk güvencesi vermeleri lazım.
Niçin bugün? Niçin Fransa? Niçin bu şekilde? Son söyleyeceğimizi ilk söyleyelim: Bu bir Siyonist operasyon. Murdock’un açıklamalarının da gösterdiği gibi, Siyonistler saldırılardan yola çıkarak, Müslümanlara karşı dünyanın her yerinde bir haçlı savaşı başlatma derdinde. Bu nedenle kıvılcıma benzin dökme çabasındalar.
Geçen yazımızda da ifade ettiğimiz gibi, Fransa IŞİD konusunda Türkiye gibi düşünüyor. Filistin meselesinde son dönemlerde olumlu hareketler sergiledi. Cumhurbaşkanı Hollande, Müslümanlara karşı ‘ılımlı’. Saldırıların Fransa’nın Müslümanlara yaklaşmaya başladığı hissini verdiği zamanda yapılması ‘manidar’. Fransa bu saldırılarla ‘terbiye’ ediliyor.
Türkiye bu denklemde nerede duruyor? Nasıl hareket ediyor? Ne yapmak istiyor? Ne yapmalı? Tabii ki, Fransız hükümetine yakın olmalı; Müslümanların menfaatlerinin onlar nezdinde korunması için çalışmalı; terörü desteklemediğini göstermeli; doğruları söylemeye devam etmelidir.
Başbakan Davutoğlu’nun Paris’teki yürüyüşe katılması çok derece doğru idi. Cumhurbaşkanı’nın başsağlığı mesajı çok yerinde. Bu günler ‘taziye’ günleri; yani zor zamanlar. Fransa alelade bir ülke değil; BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi. Burada milyonlarca Müslüman yaşıyor. İslam coğrafyası ile güçlü bağları var. O nedenle ihmal edilmemeli.
Türkiye BM’i ve uluslararası sistemi eleştiren bir ülke. Büyük idealleri olduğunu saklamıyor. İslam dünyası bugün Türkiye’ye bakıyor, tavırlarını yakından takip ediyor. Türkiye’nin terörle-İslam’ın beraber anılmaması için Siyonist algı operasyonuna karşı mücadelesi son derece önemli.
Hükümet doğru yapıyor. Peki, bizler ne yapabiliriz?
Tavırlarımızı ulusal ve uluslararası alanlarda açıkça göstermeliyiz. İçerideki ve dışarıdaki medya kuruluşlarının tartışma platformlarda katkı sağlamalı, görüşlerimizi beyan etmekten çekinmememiz lazım.
Bu günlerde uluslararası düzeyde güç savaşı devam ediyor. Kendine güvenen, görüşlerini gerekçelendirebilen, iddialarını savunabilen ve kararlı olanlar kazanacak. Susan, korkan ve içine kapananlar kaybedecek.
Kültür ve değerlerimizden aldığımız güçle ve alnı açık bir şekilde dimdik ayakta durmalıyız.
Gocunacak ve sakınacak bir şeyimiz yok...