Hasretle akraba çıkacağız bu gidişle...
Ya sevda senin neyin olur?
Bugün kalemi duygularıma vereceğim, hislerin rotasında bir deryada dolaşacağız bu yazımda siz okuyucularımla birlikte. Hasretin kayığına bineceğiz beraber, sevdanın kapısına varacağız, uzak bir adada. Umudun ufkunu yoracağız, düşlerin renginde bir mürekkepten cümleler kuracağız, hayal kırıklarının üzerinden çıplak ayaklarımızla yürüyeceğiz. Ve Leyla’nın peşinde kuruyan o deryanın çöl hâlinde beslediğimiz serabın siluetini çizeceğiz gözlerimizin menziline.
Neredeyse ilk sevdayla başlayan bir hasretin bir ömrü esir alacağını bilmiyordum. İlk denizkızımı gördüğüm anda başımın üstünde beliren gökkuşağının renklerine vurulmuştum. Güzel olan her şeye meftun olan gönlüm, o simsiyah gözlerin içinde bir güvercin olmuştu. Sevmenin kalp vuruşunu, sevilmenin gönül kıvancını yüreğimin en derinlerinde, istiridye içinde bir inci tanesi gibi saklıyordum. Ama ne denizkızı kayığa çıkabiliyordu ne ben denize atlayabiliyordum. Üstelik o derinlere bir dalıyor ve sanki asırlarca çıkmıyordu. Her dalışında gökkuşağı siliniyor, kara kara bulutlar göğü sarıyor, fırtınalar kopuyordu ceviz kabuğu kadar kayığımız üstüne. Şiirler yazmaya başladım, sırılsıklamdı mısralarım.
Bahtım gibi kalemim de ısrarlı
Aşkı yazar, okuyan hasret anlar
Sanmayın ki çok gizli, çok esrarlı
Çabuk çözer aşkı bir kez tadanlar
Aşk güzel bir güldü ama dikenleri alevlerden yapılmıştı. Gül kızarıyor, gönlüm alev alev yanıyordu. Derken bir şilep yanaştı kıyıya ve denizkızına ait ne varsa yüklenip gitti, benim içimde o simsiyah bakışlar ve viran sevda kaldı. Unutmak mümkün değildi ama bir taraftan da kayık, yolculuğuna devam ediyordu. Nasıl oldu, nereden çıktı bilmem sularda içinde mektup olan bir şişe buldum. Eğildim aldım onu. Okudum, bu da bir başka denizkızındandı. Yüzünü görmeden cümlelerine ısındı içim. İyi geliyordu kalbime her kelimesi ayrı ayrı. Yakın bir adada yaşıyordu ve bir gün kayığımın yanı başında göründü. İlkine benzemiyordu ama gönlü çok güzeldi. Potkal arkadaşlığımızı ilerlettik ve mektupların ucunu yakmaya başladık karşılıklı. Hava yeniden güzelleşti, gök masmavi, güneş sımsıcak, sular dupduruydu. Ve denizkızı, saçlarını rüzgârda savurup özgürlüğün, enginin güzelliğinden söz ederek, kayığın üstüne çıkmayı göze alamadı ve kendi sularına dönüp gitti.
Bir tercüman bul
Suskunluğumu çevirsin sana
Kayık sustu, deniz sustu, ben sustum. Bu suskunluğumun tam ortasında telsizimin sesi bir deniz kuşu gibi sesler çıkarmaya başladı. O konuştukça sular halkalanıyor, yakamozlardan bakışlarıma sıçrıyordu. İlki kadar esmer, ikincisi kadar samimi bir denizkızıydı bu seferki. Kayığımın küreklerini aşkın perileri çekiyordu sanki. Deryanın suları bilmediğim renklerde tarifsiz tonlar sunuyordu gözlerime. O simsiyah bakışlar, o mehtabı kıskandıran yüz, o sıcacık yürek… Nasıl bir araya gelmişler, neden bir peri, bir melek olmak yerine böyle muhteşem bir denizkızına dönüşmüşler? Bu sorularla coşuyordu yüreğim. Dalgaları pembeye boyuyor, rüzgârların tenine kıyılardan gelen erguvan kokuları sürüyor, günü hülyalı takvimlere saydırıyordum. Kayık kocaman bir gemi oluyor, derya asude bir ülkeye dönüşüyor, engine doğru bir cennet görünüyordu gözüme… Mutluluğun en doruğa çıktığı anda anladım bir forsa olduğumu. Aslında denizkızları bırakıp gitmiyordu beni; ben onları yanıma alamıyordum, ben onların sularında yüzemiyordum. Evet, binitim bir kayık değil, bir yük gemisiydi ve ben, ayakları zincirlerle bağlı bir kürek mahkûmuydum. Haliyle son denizkızı da kayboldu şu uçsuz bucaksız deryada.
Aralandı kirpikleri gecenin
İçime aktı simsiyah bakışları
Ay ve yıldızlar ne kadar ovaysa
O kadar dik karanlığın yokuşları
Yalnızım bu bakış karşısında
Şehrin sokaklarından gözüm korkuyor
Bir gölge gece cefası yüreğimde
Gecenin teni hasret kokuyor
Sadece bir şiir bu, nasıl anlatabilirim
İçimi yakan cehennemi?
Camlara buğu şimdi yokluğun
Şehri puslandırıyor gözlerimin nemi
Bana öyle suçlar gibi bakma ey gece
Suçum zaman aşımına uğramadı mı?
Şehrin karanlığını kollayan
Gardiyanlara verme adımı
Firar etmek mümkün değil artık
Bir ömür sürecek, belli, bu sözsüz muhabbet
Keşke kırılsaydı kalemim
Çok ağır bu müebbet
Sular karardı ve sonsuz bir gece doğdu denizin üstüne. Ne sulardaki yakamozlara ulaşabiliyorum ne eğilip bir potkal alıyorum elime ne de telsizden gelen seslere karşı söyleyecek bir sözüm var artık. Ve Denizkızları ayın yüzüne doğru uçan deniz kuşlarına dönüştü…
Sevgiyle kalın.