Bu yazı, Kitap ve Sünneti iki ana delil olarak kabul edenlere hitap ediyor. Sünnete karşı kalplerini mühürleyenler, okusalar da onlara kâr etmez. “Hadisçilik” yapanların da pek hoşuna gitmez. Okuyup okumama kendi tercihleri. Ama onlar benim muhatap kitlem değil. Çünkü zihin konforu düşkünlerine ve saplantılı olanlara laf anlatamazsınız. Onlara nefes tüketmek, zaman israfıdır. Şimdi sadede gelirsek:
Hayat Kitabımız Kur’an, Bakara suresinin 2’inci ayetinde kendini takdim ederken “Muttakiler için hidayet kaynağı” olduğunu ifade eder. Bu ifadeden anlaşılır ki, normalde kulluk bilincinde ve sorumluluğunda olanlar, Kur’an’la yollarını bulabilirler. Kulluk sorumluluğu taşımayanlar ise, Kur’an’la yol bulma yerine, sapmalarına ve zulümlerine onu alet bile edebilirler. Tarihte hep böyle olmuştur. Haccac-ı zalimin elinde Kur’an, zulme alet olarak kullanılmışken, Hz. Ömer, Kur’an’la adalet tarihi yazmıştır.
Bugün, hiç de yerli olmayan, Batılı oryantalistlerin içimize soktuğu “Peygambersiz bir Kur’an İslam’ı” fitnesi, Allah ile Peygamberini karşı karşıya getirmektedir. Bu fitneye çanak tutanlar, “Bize Kur’an yeter” nakaratını durmadan dillendirirler. “Kur’aniyyûn” denen bu güruha karşı çıkan ve hadislerin Kur’an’a arzını zındıklık sayan “Hadisiyyûn” denen başka tepki grubu oluşmuş ve “Kur’an yetmez” temposunu tutturmuşlardır. Tabir caizse birinciler, ayetlerle hadisleri dövmüşler, ikinciler de hadislerle ayetleri hırpalamışlardır.
Yahu arkadaş! Biri Allah’ın kelamı, diğeri O’nun görevlendirdiği Rasûlü’nün, Kur’an’ı açıklayan ve tatbik eden söz, fiil ve takrirleridir. Rasûlullah (sav), anasından doğduğu gibi ter temizdir yani ümmidir. O, Sorbon Üniversitesi mezunu değildir. Onu; “Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun” (42/Şûra:52) diyen Rabbi eğitmiştir. Onun için Rasûlullah (sav), din adına ne demişse, vahyin kontrolünde demiştir. Yanlış yaptığında Allah müdahale ederek düzeltmiştir. (Bak: 66/Tahrim:1). Kur’an’a baktığınızda; “De ki, eğer siz Allah’ı seviyorsanız hemen bana uyun ki, Allah da sizleri sevsin ve suçlarınızı bağışlayarak örtsün” (3/Âl-i İmran:31) ve “Peygamber size ne emrettiyse onu alın, neden yasakladıysa ondan da sakının” (59/Haşr:7) buyurarak sizi Rasûl’e yönlendirir. Rasûlullah’a kulak verdiğinizde, o da sizi Kur’an’a çağırır. (Bak: Veda hutbesindeki konuşması). Öyleyse bu din, Kur’an’la beraber, Allah ve Rasûlü’nün sahih sözleri ile anlaşılır. “Kur’an bize yeter” deyip sahih hadisleri dışlayarak Rasûlullah’ı devre dışı bırakırsanız, başka bir tefrit grup da Kur’an’ı yetersizlikle vasfederek “Hadisçilik” yapacak, Kur’an eksenli sağlama yapmadan, sahihini sakiminden ayırmadan ayetleri, hadislerle sıkıştıracaktır. Ne Kur’ansız Peygamber, ne de Peygambersiz Kur’an anlaşılır. İkisini birbirinden koparırsanız “Bize Kur’an yeter” diyenlerin yaptığı gibi kafanıza göre namaz şekli ortaya çıkarırsınız, namazda Ettehiyyâtü, Salli ve Bârik dualarının okunmasının şirk olduğunu söyleyecek kadar zıvanadan çıkarsınız. Miraca ve kabir azabına inanmazsınız.
Efendiler! Allahu Teâlâ, söylemek istediklerini Kur’an’da söylemiştir. Kur’an’da söylemediği bir kısım hükümleri de Rasûlü’ne söyletmiştir. İleriki zamanlarda ortaya çıkacak yeni olayların dinî durumlarını da içtihat kapısını açık tutarak müçtehit âlimlere bırakmıştır.
Dolayısıyla Allah ve Rasûlü (sav), her konuda değişmez kurallar getirmemiştir. Bir takım sosyal, ekonomik ve siyasî alanları ümmetin ictihâdî tespitlerine bırakmıştır. Bu konuda Rasûlullah (sav), Dârekutnî’nin rivayet edip İmam Nevevî’nin de “hasen” kabul ederek “Erbaîn/ Kırk Hadis” adlı eserinde naklettiği sözlerinde şöyle buyurur:
“Allah, bazı hudutlar koymuştur; sakın onları aşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır; sakın onlara el uzatmayın. Bazı şeyler hakkında -unutmaksızın- yalnızca size rahmet olsun diye sükût etmiştir. Onları da soruşturup araştırmayın.” (İmam Nevevî, Kırk Hadis, hadis no:30).
Ebu’d Derda (r.a) rivayet ediyor: Rasûlullah (sav), “Allah’ın, Kitabında helal kıldıkları helal, haram kıldıkları haramdır. Hakkında hiçbir hüküm bildirmeyip sükût ettiği şeyler ise O’ndan bir lütuf ve bağışlamadır. Allah’ın âfiyetini isteyin. Zira Allah hiçbir şeyi unutmaz” (Heysemî, el-Mecmâ’uz-Zevâid, l/171) dedi ve sonra şu ayeti okudu: “Senin Rabbin unutkan değildir.” (19/Meryem:64).
Bu hadisler, Allah’ın, aklı dondurmayıp kulları için kolaylık ve genişliği amaçlandığını gösterir.
Âlimlerimizin ezici çoğunluğu, İslamî hüküm çıkarmada dört ana kaynakta ittifak etmiştir. Bunlar; Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas-ı Fukahadır. Tartışmasız tek kaynak da Kitap’tır yani Kur’an… Sünnet’in, İcma’nın ve Kıyas’ın da, Kur’an’a ters düşmemesi lazımdır.
Sahabeden beri bu böyledir. Sevâd-ı âzam denilen ve kendilerine ana delil olarak bunları ölçü alan bir ulema damarı hep olagelmiştir. Fakat kısmen dün olduğu gibi, günümüzde de “Kur’an bize yeter” diyen çok sesli bir güruh vardır ki, onların bir kısmı, ya Sünneti hiç kabul etmez, bir kısmı işine geleni ve kendine destek vereni kabul eder, bir kısmı sözde Sünneti kabul ettiğini ifade etse bile fiiliyatta hiç kullanmaz. Hatta öyle tipler de vardır ki, “Peygamberin tek sözü vardır, o da Kur’an’dır” der. Hâlbuki Kur’an, Peygamber sözü değil Allah’ın kelamıdır. Bugünkü güruh, bu inançlarını sadece sohbet mahallerinde değil, medyayı da kullanarak geniş kitleleri etkilemek isterler.
Aslında, geçmiş müktesebâtı reddedip “Kur’an’ın kendilerine yeni nâzil olduğunu” söyleyen bu “Televizyon cazgırları”nı reklam ederek meşhur etmeyip, onları ademe/yokluğa mahkum etmeli. Fakat onları, essahtan bir şey söylüyormuş zanneden bazı temiz niyetlileri uyarma bakımından zaman zaman onların “Kur’an’ı kullanarak” yapmış oldukları ayartmalara dikkatleri çekmek zorunda kalıyoruz.
Aslında bunların “Kur’an bize yeter” sözleri de yalandır. Onunla yetinmezler. Kendi tasavvurlarına uymayan ayetleri buharlaştırırlar. Şeytanın bile aklına gelmeyen tevillerle, ayetleri işlevsiz hale getirirler. “Akledin, aklınızı kullanın” derler. Fakat o ayetin anlamı hakkında oluşan ortak akla meydan okurlar. “Onlar hep aynı şeyi söylüyorlar” diye asırlar boyu tekrar edilen doğrulara isyan ederler. Elbette doğrular tekrar edilecektir. Kur’an’ın her asırda ifade edilmesi gereken doğruları vardır ve kıyamete kadar tekrar edilecektir.
Bugün, ellerine geçirdikleri televizyon kanallarını, Müslümanların tarih boyunca üzerine titredikleri değerleri, İslam’ın ana sütunlarını nişan alarak itibarsızlaştıran bir takım yeni yetme dâl ve mudıl/sapan ve saptıran hocaların, durmadan hücum edip ve seri atışlar yaptıkları alan, Rasûlullah’ın Sünnetidir. İşlevsiz hale getirilmiş bir Peygamber ve Peygambersizleştirilen Kur’an’ın keyfi yorumu ile “uydurulmuş din” sultasından kurtulup “indirilmiş din”(!) aydınlığına ulaşma… Peh peh peh. Ne din ama!... Sahihliği kendinden menkul, çöpe atılmış görüşleri ısıtıp ısıtıp temcit pilavı gibi gündeme taşıyanların bidat ve dalaletleri…
Sünnetsiz Kur’an yorumu yapan yeni yetme bir prof.’tan alıntı ile yazımı sonlandırmak istiyorum. Bakara suresinin 222. Ayeti, âdetli kadınlarla ilgili. Bu ayet hakkında, çok Okuyan bir prof. aynen şöyle diyor:
“Ayetteki yasak, kadına yönelik değildir. Regl/âdet döneminde, kadına dönük bir yasak yok. Yasak erkeğe yöneliktir. Cinsel anlamda birliktelik yok. Yasak, cinsel ilişki ile sınırlıdır. Âdet dönemlerinde kadının normal abdestini alarak ibadet yapmasına kesinlikle hiçbir engel yoktur. Bir kan akışı söz konusuysa, vücudun temizlenmesi, elbiseye bulaşmışsa onun temizlenmesi, ya da namaz kılacağı mekânda varsa -kan pis olduğu için- onun temizlenmesi gerekir. Bu temizliği yaptıktan sonra abdestini alır, namazını kılar, hiçbir sakıncası yoktur.”
Hâlbuki Hz. Peygamber birçok hadis-i şeriflerinde hanımların hayız dönemlerinde oruç tutmayacaklarını açıklamıştır. Bu konuda Buhârî, Hayız 6; Savm 41; Müslim, İman 132 hadislerine bakılabilir. Hz. Âişe de (r.a) kendisine, “Neden âdet gören bir kadın, temizlendikten sonra adet günlerinde kılmadığı namazları kaza etmiyor da tutmadığı oruçları kaza ediyor?” diye soran Muâze adlı hanıma: “Sen Harûriyye’den/Hâricilerden misin?” demiş. Kadının: “Hayır, Harûriyye değilim, ama öğrenmek için soruyorum.” cevabı üzerine de, Hz. Âişe: “Vaktiyle bu iş bizim başımıza geldiğinde, orucu kaza etmekle emrolunduk, namazın kazasıyla emrolunmadık” demiştir. (Müslim, Hayız, 76-69).
Sahabenin icması ve âlimlerin ittifakıyla tarih boyunca bu, böyledir. Fiilî Mütevâtir olarak günümüze kadar gelmiştir. Ama bu türediler, Kur’an dışında müktesebat kabul etmedikleri, İcma filan tanımadıkları, Sünnetle dalga geçtikleri için gerçeğe kulaklarını tıkamakta, uydurma ve çarpıtma fikirlerine Yüce Kitabımızı âlet etmektedirler. Geçmiş âlimlerin emeğine zerre kadar saygıları yoktur. Oryantalistlere duydukları saygıyı onlara duymazlar. Hep onları tî’ye alırlar. Kendi değerlerine düşman, düşmanın değerlerine hayrandırlar. Allah bunlara hidayet versin. Ümmeti de bunların şerrinden ve çarpıtmalarından korusun.