İstiğfar, mağfiret talep etmektir. Mağfiret ise günahı örtmekle birlikte onun kötülüğünden kişiyi korumak demektir. (Câmiu’l Ulûm ve’l Hikem, İbn-i Recep el-Hanbelî, 3/147, Trc. Ali Kaya)
Hayat kitabımızın pek çok yerinde “istiğfar” geçmektedir. Bazı yerlerde de istiğfar emredilir. Şu ayetler buna örnektir:
“Allah’tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (2/Bakara:199)
“Rabbinize istiğfarda bulunun/bağışlanma dileyin, sonra da O’na tövbe edin ki, sizi belirlenmiş bir süreye (ömrünüzün sonuna) kadar güzel bir şekilde yararlandırsın ve her fazilet sahibine faziletinin karşılığını versin.” (11/Hûd:3)
Şu ayetlerde de istiğfar ehli övülür: “Onlar (takva sahipleri) ‘Rabbimiz şüphesiz biz iman ettik, artık bizim günahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azabından koru’ diyenler; sabredenler, doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler ve 'seher vakitlerinde' istiğfar edenlerdir.” (3/Âl-i İmran:16-17)
“Yine o takva sahipleri ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.” (3/Âl-i İmran.135)
Bu ayette Yüce Allah, işlediği günahın arkasından hemen pişmanlık duyup kendisine tevbe-istiğfarda bulunan ve günah işlemede ısrar etmeyenlere bağışlamayı vaad etmektedir.
Bir kısım ayetlerde ise, Allah’a istiğfarda bulunan kimselerin bağışlandığı zikredilir. Şu ayet buna örnektir: “Kim kötülük işler veya nefsine zulmedip sonra Allah'a istiğfarda bulunursa Allah'ı bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur.” (4/Nisa:110)
Pek çok yerde ise istiğfar kelimesi, tevbe ile birlikte zikredilir. Bu durumda istiğfarın anlamı, dil ile mağfiret talep etmek olur. Tevbe de, günahı ve günah işleme arzusunu kalpten ve bedenin azalarından söküp atmak anlamına gelir.
Lokman (a.s)’ın, oğluna şöyle vasiyet ettiği ifade edilir: “Yavrucuğum! Dilini ‘Estağfirullah/Allah’ım beni bağışla’ demeye alıştır. Çünkü Allah Teâlâ’nın kendisinden yapılan istekleri geri çevirmediği vakitler vardır.”
Hasn-ı Basr’i de şöyle der: “Nerede olursanız olunuz; evlerinizde, sofralarınızda, yollarınızda, çarşılarınızda ve meclislerinizde istiğfarı çokça yapınız. Çünkü siz ne zaman mağfirete erişeceğinizi bilemezsiniz.”
En faziletli istiğfar, günahta ısrar etmekten uzaklaşmakla birlikte hemen yapılan istiğfardır. Bu durumda yapılan istiğfar, nasûh tevbe yani içtenlikle ve samimiyetle yapılan tevbe niteliğinde olur. Bir kimse günah işleme düşüncesini kalbinden söküp atmıyor, tevbe ettiği şeyden vazgeçmiyorsa, o kişi bu istiğfarında yalancıdır. Çünkü günahta ısrarla birlikte tevbe olmaz. Huzeyfe’nin (r.a) şöyle dediği nakledilir: “Bir kimseye ‘Estağfirullah’ dedikten sonra tekrar günah işlemeye dönmesi, ona günah olarak yeter.” (Bak: İbn-i Recep el-Hanbelî, a.g.e. 3/148-149)
Yüce Allah’ın bağışlamasının genişliğini bir Kutsî hadiste Rasûlullah (sav) şöyle dile getirmektedir:
Ebu Zer (r.a), Rasûlullah’tan (sav) naklediyor: “Allah Teâlâ şöyle buyurdu; kim bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. Kim bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim. Kim bana şirk koşmadan dünya dolusunca hata ile karşıma çıkarsa, ben de onu dünya dolusunca bağışlama ile karşılarım.” (Müslim, Zikir,22, H.No:2687)
Yüce Allah şirkin dışında bütün günahları bağışlayabileceğini de şöyle beyan buyuruyor: “Şu kesin ki: Allah Kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama dilediği kimse hakkında bunun dışındaki diğer günahları affeder. Her kim Allah’a şirk koşarsa, büsbütün sapıtmıştır.” (4/Nisa:116)
Dua, istiğfar, tevbe ve af kavramları, akraba kavramlardır. İstiğfar ve tevbe, yapılan bir hata ve günahtan dolayı pişmanlık duyarak dua yoluyla Allah’tan af talebinde bulunmaktır. Bu talep konusunda samimi olunmalıdır. Bu konuda yüce Allah şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Nasuh bir tevbe ile Allah’a tevbe edin.” (66/Tahrim:8)
Nasuh tevbe ile ilgili Mevdudî, şu nakillere yer vermektedir: "Nasuh bir tevbe" dendiğinde sözlük anlamı olarak, kendisinde riya ve nifaktan bir şey bulundurmayan bir tevbe anlaşılır. Yahut günahlardan tevbe edip, insanın kendi nefsini kötü bir sondan kurtarması veya kişinin işlediği bir günahtan tövbe edip, ıslah olarak dinindeki bir açığı kapatması ya da başkalarına örnek ve onların selametlerine vesile olacak derecede tevbe ederek, hayatını düzeltmesi de anlaşılabilir. Tüm bunlar ifadenin lügavî karşılıklarıdır.
Terim anlamı ise hadisler vasıtasıyla elde edilmektedir. Örneğin İbn Ebi Hatim'in Zirr bin Hubeyş'ten naklettiğine göre, o şöyle demiştir: "Ben Ubey bin Ka’b'a “Nasûh tevbe”nin anlamını sorduğumda, o bana şu şekilde cevap verdi. "Bu soruyu ben de Rasûlullah’a (sav) sordum ve O bana: "Bir günah işlediğinde, günahından pişmanlık duyup, Allah'tan af dilemen ve bir daha o günahı işlememendir." Aynı anlamda bir söz İbn Mes'ud, Hz. Ömer ve İbn Abbas'tan nakledilmiştir.
Başka bir rivayette Hz. Ömer nasuh tevbesini şöyle tarif etmiştir: "Kişinin bir günahı tekrar işlemekten sakınması ve bir daha böyle bir günahı aklına bile getirmemesidir."
Tevbe ile ilgili şu hususların da anlaşılması gerekmektedir. Birincisi, tevbe, kişinin Allah'a yaptığı itaatsizlikten pişman olmasıdır. Yoksa bir günahtan uzak durabilmek için, kişinin kendi kendisine söz vermesi yahut sıhhat, kötü şöhret ve mal kaybı gibi nedenler dolayısıyla şarap içmekten vazgeçmek, tevbe tanımına girmez.
İkincisi, Allah'a itaatsizlik yaptığını hisseden kimse, hemen oyalanmadan/ertelemeden tevbe edip, günahını telafi yoluna gitmelidir.
Üçüncüsü, tevbe ettikten sonra günah işleyen kimse, tekrar tekrar tevbe edip günah işlememelidir. Bu şekilde davranan bir kimsenin bu davranışı, onun tevbesinin sahte olduğuna bir delildir. Çünkü tevbenin asıl ruhu, insanın işlediği günah sonrasında pişman olmasıdır. Sürekli aynı günahı işleyen kimse, gerçekte pişman olmamış demektir.
Dördüncüsü, samimiyetle tevbe edip, bir daha o günahı işlememeye azmeden kimse, yine de beşerî zaaf dolayısıyla aynı günahı işlediğinde, tevbe ettiği günah tazelenmiş olmaz. Lakin o kimse sonra işlediği günahından tevbe edip, bu günahı tekrarlamayacağına daha bir kuvvetle azmetmelidir.
Beşincisi, kişinin, işlediği günahı her hatırlayışında tevbe etmesi gerekmez. Ancak o kişinin nefsi, daha önce işlediği günahtan hâlâ haz alıyorsa, o takdirde tekrar tekrar tevbe etmelidir. Ta ki o günahını hatırladığında pişmanlık duyana kadar... Bu bakımdan gerçekten Allah korkusuyla, işlediği günahtan tevbe eden kimse, artık o günahından haz almaz. Çünkü o Allah'a itaatsizlik yapmıştır. Ve buna rağmen işlediği günahtan haz almaya devam ediyorsa, bu onun kalbinde, Allah korkusunun henüz kök salmadığının işaretidir. (Mevdudi, Tefhimü’l Kuran, 6/408)
Sonuç olarak deriz ki, günahlar için tevbe-istiğfar etmek, Allah’tan bir bağışlama dilemektir. Bu ise, kulun her zaman ihtiyaç duyduğu bir husustur. Çünkü gece-gündüz durmadan hata işlemekte ve günaha girmekteyiz. Rasûlullah (sav) bile günde yüz defa istiğfar ettiğine göre biz nemize güveniyoruz? Allah’tan başka af kapımız mı var? Teemmül oluna…