Geçen hafta ‘Kudüs; Kapatılmayı Bekleyen Parantez’ başlığında;
‘Tarihi ve dini tahrif eden bir ideoloji olarak Siyonizm seçilmişlik sanrısının neden olduğu küresel ırkçılığın lokal versiyonudur, bu yönü ile de Hitler faşizminin İsrail devlet mekanizmasında yeniden üretilmesidir. 1897 İsviçre Basel Siyonist Kongresinde çizilen yol haritasında en önemli aşama İsrail Devletinin Kudüs merkezli olarak kurulması kurgulanmıştı. 14 Mayıs 1948'de gasp edilen topraklar üzerinde Kudüs merkezli İsrail'in kurulduğu ilan edilerek kurgu hayat buldu.’ demiştik.
ABD Başkanı Biden’in ‘Bölge ülkeleri İsrail’in bağımsız Yahudi bir devlet olarak var olma hakkı tanıyana kadar barış olmayacak.’ tehditine bölge ülkelerinin boyun eğdiği açık.
Buna rağmen İsrail’in siyonist stratejilerine dur demek mümkün. Biliyoruz ki; gerek devletlerarası güç ilişkilerinde olsun kişilerarası ilişkilerde olsun davranışı engellemenin ya da değiştirmenin iki yöntemi vardır;
İkna ve icbar yöntemleri…
İsrail’in siyonist stratejilerinin yalnızca bölgeyi değil dünyayı kan ve gözyaşına boğduğu İsrail’de sayıları azalan ve etkisizleşen ehli vicdan İsrail halkına ve yahudi diasporasına anlatılmasıdır. Ancak insani değerler üzerinden vicdanların harekete geçirilmesine dayalı bu strateji tek başına yeterli olmayacaktır. Bu yetersizliğe rağmen bıkmadan vicdanlara bu çağrı yapılmalıdır. İsrail kamuoyuna İsrail devlet terörünün, zulmünün vicdanlarda yarattığı infialin ilerde hiçbir yahudinin güvende olamayacağı bir dünya yaratacağı çok net anlatılmalıdır. Bu stratejinin tek başına etkili olamayacağını biliyoruz. İsrail'e bu iki davranış değiştirme stratejisi eşzamanlı uygulanması gerekmektedir. İsrail'e birlikte yaşamaya dair bir devlet politikası geliştirmediği takdirde karşılaşacağı maliyetin çok net hissettirilmesi ve siyasal, sosyal, ekonomik, askeri boyutta, bütüncül bir bakış açısı ile bu maliyeti üretebilmemiz için ne yapmamız gerektiğine kafa yormalarımız gerekiyor.
Siyasal boyuta bütün uluslararası platformlarda, İsrail protesto edilmeli, yaptığı soykırım kınanmalı, Avrupa İnsan Hakları mahkemesi, Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi uluslararası yargı yerlerinde İsrail’in ve İsrail’li kamu görevlilerinin mahkum edilmesi sağlanmalıdır.
Tüm siyasi, ekonomik, sportif anlaşmalar askıya alınmalı, uluslararası kamuoyuna İsrail’in taraf olduğu hiç bir toplantı, çalışma ve anlaşmaya taraf olunmayacağı deklare edilmelidir. İsrail ile işbirliği içinde olan ülkelere de yaptırım uygulanacağı iradesi ile İsrail uluslararası sistemden tecrit edilebilir.
Ayrıca İsrail politikalarına teslim olmuş gözüken ABD’ye, NATO dahil askeri üslerini kullanmalarında zamana bağlı bir yaptırımlar paketi uygulanacağı deklare edilmelidir.
Ekonomik boyutta, İsrail menşeili veya siyonist politikalara destek veren firmaları tanımlayan 2 ya da 3 kategoride listelemeler yapılmalı, kategorisine göre ağırlaştırılan yaptırımlar uygulanmalı, bu listelerdeki firmaların ürettiği ürünlerin satışı ve lojistiği engellenmelidir. Bu engellemeler çok boyutlu düşünülmeli reyon boykotundan tüketici boykotuna, lojistik boykotundan tedarik zinciri boykotuna planlanmalıdır.
Bu statüdeki kişi ve kurumların mal varlıkları, banka hesapları bloke edilmelidir. Ayrıca bu listelerdeki firmaların doğrudan veya dolaylı olarak kamu ihalelerine girişi engellenmelidir.
Sosyal boyutta ise İsrail vatandaşlarının uluslararası dolaşımının sınırlandırılması da dahil olmak üzere, eğitim, spor, sanat gibi alanlarda İsrail menşeili kişi ve kurumlara yasal ve pratik engeller üretilmelidir. İlk olarak tüm spor karşılaşmaları ile üniversite işbirlikleri askıya alınmalıdır.
İsrail vatandaşlığına geçen vatandaşların çifte vatandaşlık statüsü sonlandırılmalıdır. Ayrıca İsrail’de askerlik yapan İsrail vatandaşların vatandaşlığı kaybettirilirken aynı zamanda Türkiye’ye giriş çıkışları da yasaklanmalıdır.
Diğer ülkelerde yaşayan yahudi toplulukların İsrail’in siyonist politikalarına karşı olduğunu deklare etmesi sağlanmalıdır.
Kudüs’te, Ürdün siyasal sorumluluğunda yürütülen Mescid-i Aksa vakfiyelerinin sorumluluğu İslam İşbirliği Teşkilatına devredilerek Mescid-i Aksa’nın sorumluluğunu tüm islam ülkeleri üstlenmelidir. Ayrıca Mescid-i Aksa’nın güvenlik dahil iç ve dış yönetimini sağlayacak Vatikan benzeri bir otonom devlet yapısı kurularak hukuki statüsü garantiye alınmalıdır. Bu Vatikan benzeri yapı, tüm islam ülkelerinden katılım ile bir güvenlik gücü de oluşturmalıdır.
Bu tedbirleri tüm islam dünyası ve İsrail zülmüne isyan eden mazlum milletler uyguladığı takdirde müesses nizamın 5’li çetesi de İsrail’in şımarıklığına engel olmaya mecbur kalacaktır.
Mescidi Aksa ve Kudüs, masum ve mazlum Filistin halkına bırakılmayacak kadar önemlidir. Sevgili İsmail Kılıçarslan’ın ifadesi ile ‘Savaşabilen gidip savaşacak, yazabilen füze kodu yazacak, tasarlayabilen İHA tasarlayacak, parası olan para verecek, tweet atabilen tweet atacak ve hepimiz dua edeceğiz. Müslüman’a, Mümin’e yakışan tavır budur.’