Yaklaşık iki yıl kadar önceydi. ABD'nin büyükelçiliğini Kudüs'e taşımasını takip eden günlerdeydi. Bir dostumun dükkanına şöyle geçerken bir uğramıştım. Benden daha önce gelmiş dükkanda oturmakta olan ve tıp doktoru olduğu ifade edilen bir kişi ile beni tanıştırdı. Konu konuyu açtı ve Uzman Vaiz olduğumu öğrenen şahısla aramızda, o gününde sıcak gündemi olan Filistin-Kudüs konusunda aramızda şöyle bir diyalog geçmişti.
Konuşma esnasında, kendisinin ateist olduğunu ifade eden Doktor, bana sordu: " Vaiz bey, milyonlarca Müslüman; "Allah İsrail'i kahretsin!" diye dua ediyorsunuz. İsrail'in kahrolduğu falan yok. Bunun iki sonucu var, ya duanızı duyan bir Allah yok, ya da sizin abarttığınız gibi öyle gücü falan yok...!"
Dedim:"Doktor, İslam dünyası bir bedendir. İsrail ise o beden de bir kanser dokusu, bir urdur. Habis bir tümördür. Müslümanlar dua ederek bu urun, bu kanserli tümörün, tedavisi için Allah'tan ilaç istiyorlar. Ama ilaçla tedavi süresi çoktan geçmiş. Ameliyat gerekiyor. Allah, İsrail kanserini İslam bünyesinden söküp atacak!" "Pekii Vaiz bey" dedi doktor: "O zaman niye ameliyat yapmıyor?" Dedim: Doktor, siz bir hasta hakkında ameliyat kararı aldığınızda direk ameliyata mı alıyorsunuz? Yoksa, önce bünyede şeker hastalığı, tansiyon rahatsızlığı, diyabet, ritim bozukluğu, kanama-pıhtılaşma rahatsızlığı vs. var mı diye bakıp, önce şekerini dengeleyip, tansiyonu düzenleyip, diğer sıkıntıları çözüp öyle mi ameliyata alıyorsunuz? Öncelikle bünyeyi ameliyata hazır hâle getiriyorsunuz. Sonra ameliyat. İşte müslüman toplumların bünyesinde de yüksek şeker yerine parçalanmışlıklar, ırkçılık, basiretsiz, cesaretsiz idareciler var, tansiyon yerine iman ve inanç zaafiyetleri, şuursuzluk, bilinçsizlik, cahillik, sekülerleşmişlik var, nüfus cüzdanında müslüman yazdığı halde ateist olan kimseler vb. hastalıklar var. Allah şu anda bu hastalıkları tedavi ediyor. Bünye hazır hale gelsin, arkasından ameliyat gerçekleşecektir. Allah, İsrail urunu/tümörünü müslüman bünyeden söküp atacaktır. Öyle gözüküyor ki neşter olarakta Türk milletini kullanacaktır. Şekeri, tansiyonu düşürmeden ameliyata girerse hasta masada kalabilir...!" "Valla vaiz bey" dedi. "Çalışmadığım yerden anlattın...."
Geçen hafta, Amerika'daki Yahudi kuklası Donald Trump, "yüzyılın anlaşması!" isminde bir safsatayı yeniden dünya siyaset gündemine getirdi. Bu safsatadaki "yüzyılın anlaşması!" ifadesi önümüzdeki gelecek yüzyıl için kullanılmış bir ifade değil; bilakis 1897'de Theodor Herzl tarafından, Dünya Birinci Siyonist Kongresindeki çizmiş olduğu 150 yıllık planın bir parçası olan bir deklareydi. Kudüs'ten Müslümanların tamamen silindiği ve dünya üzerindeki Yahudileri birleştirmeyi amaçlayan ve megalo idea hedefinin bir tabu olarak deklare edilmiş olduğu, Siyon Devleti'ne giden yolda bir adımdı. Ve bu adıma karşı Türkiye Devlet Başkanı ve hükümeti dışında maalesef hiç bir ses çıkmadı. Kimse bu oldu bitti tutum ve dayatma karşısında itiraz edemedi veya etmedi. Neden? Çünkü, Dünya siyaseti ölçeğinde, İsrail tezlerinin yanlışlığını savunan her kim olursa olsun, anında "antisemitik" olarak suçlanır. Onun için İsrail'in haksızlığını, zulmünü, cinayetlerini dillendirmek bir anlamda, dünya siyasetinde, dünyadaki bütün insanları öldürmekten daha kötü olarak lanse edilen bir algı ile karşı karşıya kalmak demektir.
Siyonizm, Theodor Herzl tarafından Musevilik ve Yahudilik'inde üzerinde siyasi bir hedef olarak belirlenmiş bir ülkü, tabiri caizse bir kızıl elmadır. Musevilik, Hz. Musa'ya inananların oluşturmuş olduğu Hz. Musa'nın şeriatını esas alan dindir. Yahudilik, İsrail oğullarını ifade eden ırkî ve millî temelde bir milleti, bir kavmi, tanımlayan bir halkı tarif için kullanılan bir tanımdır. Yani, Yahudi olduğu halde Theodor Herzl gibi agnostik olup, Musevi olmayan ya da seküler olup Musevi olmayan, Yahudiler de söz konusudur. İster Musevi olsun, ister Yahudi olsun megola ideaya hizmet eden, siyon yıldızını yeniden parlatmak için siyonizmin hedefleri doğrultusunda açıktan veya kendisini, kimliğini gizleyerek, dinini gizleyerek çalışan herkes, Theodor Herzl'e göre bu kutlu davanın bir neferidir. Bugün siyonist Yahudiler, Yahudiliğin mesihçi büyük beklentisine samimiyet ile bağlı olan kimselerdir. Dini Siyonizm, Theodor Herzl ile beraber siyasi siyonizme evrilmiş ve Yahudi Devleti fikrini, dünyadaki bütün Yahudileri tek bayrak altında toplayacak ilâ-nihâye hedef olarak koymuştur. "Dünya üzerinde dağılmış olan, Yahudi halklarının bir araya gelmesi ve Mesih'in gelişini temin için, Yahudi devleti mutlaka kurulmalıdır...!" fikrini yüzyıldır yetişmekte olan Yahudi nesillere bir amentü seviyesinde telkin edip, bilinçaltına yerleştirmektedirler.
Theodor Herzl, Yahudileri tek bayrak altında toplama fikrini ortaya attığında, devletin kurulacağı coğrafya olarak Arjantin, Uganda, Güney Afrika Cumhuriyeti gibi yerler gündeme gelmiş, ancak bu manevi bir güdülenmeyi temin etmediğinden dolayı; Yahudi Halkının, tarih sahnesinde son olarak bir devlet ve toplu halde yaşamış olduğu Kudüs ve civarındaki Filistin toprakları alternatif olarak ortaya atılmış ve bu "Siyon Aşıkları" diye kendilerini niteleyen Yahudiler tarafından kabul görmüştür. 1917'den itibaren, 1947'ye kadar geçen 30 yıllık süre içerisinde, Filistin topraklarına Yahudiler mülk edinmek suretiyle yerleşmiş, 1947'de resmi bir terör devleti olarak ortaya çıkmıştır. İşte o tarihten günümüze gelinceye kadar kan, zulüm ve gözyaşının dinmediği Filistin toprakları, Müslüman Dünyanın kanayan bir yarası haline gelmiştir. Ve Siyonist İsrail kanseri, bünye'de çok ciddi tahrifata, zarara sebep olmaktadır.
2018 yılında ABD'nin büyükelçiliği'ni Kudüs'e taşıması da dahil, Filistin'de yapılan bütün faaliyetler Siyonizmin fikir babası Theodor Herzl'in, 1894'te kaleme aldığı "Yahudi Devleti" kitabındaki anlatılanların, hedeflerin uygulanmasından ibarettir. 1948'den 2018'e kadar geçen 70 yıllık süre ortalama bir insan ömrüdür. Yetmiş yıl iki kuşak yapar. Aradan geçen bu 72 yıllık süreçte her ne kadar Filistin'deki Müslümanların İsrail'e karşı duruşları, heyecanını kaybetmemiş olsa bile; 1917'ye kadar Kudüs ve Filistin topraklarını idare eden Osmanlı Devleti'nin ve Osmanlı Devleti'ndeki Müslüman tebaanın, Kudüs'e olan yaklaşımı, bakışı hissiyat-ı, aradan geçen o süre zarfında maalesef, Osmanlı mirası Türkiye toplumunda samimiyetini, sıcaklığını, heyecanını, şuurunu kaybetmiştir. Bugünkü özellikle Türkiye'de laik sistemde yetişen lise ve üniversite gençliğinin ezici bir çoğunluğunun zihninde ve kalbinde, "Kudüs Davası" diye bir dava söz konusu değildir. Kudüs'ü; İslam'ın, Müslümanların ve hassaten Osmanlı'nın bir yurdu olarak görme şuurunda ve bilincinde değildir. Çünkü, Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun akabinde zihinlere atılan laik, seküler, batıcı, pozitivist, geçmişini inkar eden, mazisine düşman, eğitim anlayışı; bilinç altına dar, içine kapanık, vizyonsuz, ümmet birliği ve şuurundan yoksun bir dünya görüşü yerleştirmiştir. Siyonist Yahudi tezlerine karşı çıkmayacak, Siyonistlerin ayak oyunlarını anlamayacak bön ve egoist bir kuşak oluşturulmuştur.
Kudüs 1517'den 1917'ye kadar kesintisiz, 400 yıl bu milletin hüküm sürdüğü topraklardan, hizmet ettiği Haremlerden, kutsal mekanlardan birisi olmuştur. Bugün Kudüs üzerinde hak iddia eden Siyonist Yahudilerin, Hz. Musa döneminden İkinci Babil sürgününe kadar, Kudüs ve civarındaki varlığı ve hakimiyeti tarih içerisinde sadece 40+60 toplam 100 yıldır. İkinci Babil sürgününden sonra 1947'ye kadar, sadece ziyaretçi olarak bulunabildikleri Kudüs ve civarı üzerinde, Yahudi çocukların ve gençlerin orayı kendi Atayurtları olarak görüpte; 1917'de elimizden çıkan 400 yıl bizim olan toprakları Türkiye gençliğinin atayurdu olarak görmemesi kadar vahim ve acı bir durum söz konusu olamaz...
Kudüs eğer Müslümanların kırmızı çizgisi olarak kalacaksa, o zaman bizim yetişmekte olan gençliğimize Kudüs'ü, Kudüs Davasını, Mescid-i Aksa sevgisini, anne sütü gibi doğumundan itibaren içirmeye başlamamız gerekir ki ancak o zaman Kudüs'ün özgürlüğünden, Yahudilerin bir kez daha yenilip Allah'ın vâdinin bir kez daha gerçekleşeceğinden söz edebiliriz. Şayet Kudüs davasında, Mescid-i Aksa davasında -cılız seslerin dışında- topyekün imânî ve islâmî şuur uyanmadığı müddetçe dünyada beyazı siyah, siyahı beyaz gösterecek kadar algı yönetiminde mahir olan ve derenin taşıyla derenin kuşunu kırdırtmakta mahir olan Siyonist Yahudiler, hedeflerine adım adım ulaşacaklardır. Zaman gözyaşı dökme, matem tutma zamanı değildir. Kudüs'ü, Mescid-i Aksa'yı bir dava olarak kuşanma zamanıdır. İlkokullardaki okuma fişlerinde, "Ali top oyna.", "Lale ip atla.", "Kemal ata bak!" yerine; "Ali Kudüs senindir.", "Lale, Mescid-i Aksa Salahattin'in emanetidir.", "Abdülhamit'in davasıdır." fişleri gelip, çocuklarımızın, gençliğimizin Kudüs'ü bir kızıl elma olarak görmeye başladığı gün, Kudüs kurtulacaktır. Aksi halde, Ali top oynarken, Lale ip atlarken, Kemal Ata bakarken, Allah muhafaza Mekke ve Medine'de elimizden kayıp gider...