İnsanlık tarihinin ve kutsal üç dinin gözde ve çok kıymetli şehrinden bahsediyoruz; Kudüs… Sahi, Kudüs bizim neyimiz olur? İlk kıblemiz, miracın mukaddes durağı, peygamberler coğrafyası, Selahaddin Eyyubi’nin emaneti, Nebi’nin üç mescidinden biri, mazlum çocukların dua vesilesi…
Kudüs daha nedir bizim için? Kırmızı çizgimiz, haklı davamız, ahirete kadar kutlu kavgamız, başkentimiz… Olur mu? Elbette, başkent daima başkenttir…
Yüzyıllık esaretin ve işgalin finalini yapmak niyeti alan Haçlı zihniyeti, fitilin ucunu Birleşik Devletlerin kırk beşinci başkanına verdi. Elini ovuşturanlarla elini yumruk yapanlar eskimeyen yeni bir sürecin kapısının açılmış olduğunu gördüler. Vakıa ki bu coğrafya mücadeleden savaştan kavgadan salimen kurtulmuş değil.
Hal böyle olunca dökülenler oldu elbet. Kimisi dilindekileri kimisi eteğindekileri döktü, kimisi de yolda döküldü. Esasen Kudüs sadece Yahudi ve Müslümanın meselesi değildir. O şehir tüm insanlık tarihinin hafızası ve hatırasıdır lakin şehrin hakkını eda edecek olan da yine Müslümanlardır.
Birleşik Devletler başkanı Kudüs için, işgalci ve terör devleti İsrail’in başkentidir deyince insaf ve vicdan sahibi Müslümanların içi yanıp kavruldu. Sonra; sonrası sosyal medyadan başlayarak herkes bir şeyler dedi.
Kulak verelim o diyenlere; üst pencereden bakan “kahrolsun” diyerek başladı söze. Alt kattaki sosyal medyada boykot çağrısı yaptı. Mescid-i Aksa fotoğrafları yayınladık üzerine güçlü ve özlü sözler yazarak. Birbirimize videolar fotoğraflar yolladık. Aşağı mahalleden biri acı acı gülümsedi. “Bu işler sosyal medyadan bağırmakla olmaz” dedi, boykot için kullandığın o sayfalar da onların zaten dedi.
Yukarı mahallede yüksek perdeden bağırdı biri; Kudüs bizim meselemiz değildir, ne işimiz var Ortadoğu bataklığında dedi. Karışmayalım iç işlerine dedi. Diğeri hak verdi ona, Amerika ile baş edilmez durduk yerde başımızı ağrıtmayalım abimizle dedi.
Boykot edilecek ürünler listesi yayınladı birileri, öteki evine sokmadı beriki marketinin reyonlarını o ürünlerle donatmaya devam etti. Buradaki “oturmakla” olmaz dedikçe oradaki ekran başında kahırlar etti.
Tarihin sayfalarına göz attı bazıları, kalkıp Araplar sattı topraklarını şimdi onlara mı acıyalım dedi, karşısındaki işgalci olmanın bedeli yok mu diye itiraz etti. Öteki, belki toprak satmadılar ama tarihini, halkını, dinini sattı dedi prensleri kastederek. Beriki “e onlar da Arap” değil mi dedi.
Velhasıl döküldü eldeki, dildeki, etekteki… söylemek gerek mi evet gerek ve hatta elzem. Kudüs’ten bahsetmek benden, bana ait olan bir gerçekten bahsetmek demektir.
Mesele de burada boyut değiştiriyor azizim; Nasıl ve hangi gaye ile Kudüs’ü sözüme konu ediyorum. Ve daha esası daha derin olanı; Kudüs deyince günümüz Müslümanı bu şehrin kadim kültürü ve geçmişi ile anlayıp ona gerçek kimliğini kazandırabilecek güce, donanıma ve cesarete sahip midir?