İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerinin, daha genç iken, tabiatçıyla bir münazarası var. Gerçekten çok zeki imiş. İmanla zekâ birleşince, nasıl da müthiş bir başarı ortaya çıkıyor.
Bağdat'a bir tabiatçı yani ateist gelir. Alimlerle münazara/tartışma yapmak ister. Güya hâşa, Allah'ın yokluğunu ispat edecek. Tabiat kendiliğinden oldu derken, tesadüflere bağlayacak ya da tabiatı tanrı ilan edecek.
Alimler derler ki; Sen önce bizim küçük alimimizle bir münazara yap. Bakalım onu yenebilecek misin?
O da bunu çok basit görür. Bir kaç gün sonra münazara yapılacak meydanda ahali toplanır. Saat belirlenir. Herkes vardır ama Küçük Alim yoktur.
Tabiatçı kahkahalar atar ve gördünüz mü korktu, der. Numan b. Sabit birazdan gelir ve tabiatçı:
-Ne oldu, korktun değil mi? Yenileceğini anladın ondan gelmedin vaktinde der.
Küçük Alim;
-Hayır ey tabiatçı, der. Benim evim şu Dicle nehrinin karşı kıyısında. Geldim ki sandal falan yok. Nasıl gideceğim derken, bir de baktım ağaçlar kesildi, biçildi ve sandal olarak çakıldı. Bir de kürekler oldu. Binip kürekleri çekerek geldim.
Tabiatçı kahkahaları basar ve neşeyle bağırır:
-Ey çocuk! Beni kandıracağını mı sandın? Hiç kendiliğinden bunlar olur mu? Sen de akıl yok mu? Ne diyorsun?
Küçük Alim tam da bunu beklemiş ki;
-Ey tabiatçı! Ey ateist! Asıl senin aklın yok. Nasıl da tuzağa düştün gördün mü, der.
Adam şaşırır.
-Tuzağa mı düştüm? Ne tuzağı, der.
-Ey ahmak adam! Bir sandalın kendiliğinden olamayacağını söylersin de, bunca kâinatın kendiliğinden olduğunu nasıl iddia edersin? Ya da tabiat akıllı mı ki, bunca sayısız varlığı yapabilsin? Bil ki, bu kâinatı bir Yaratan var ki, sana da aklı veren O'dur. Ama sen ahmakça yaşıyor ve halâ akletmiyorsun.
Adam ne diyeceğini bilemez. Küçük Alim daha nice deliller getirir, sonuçta ateist yenilgiyi kabul eder ve iman eder.
Ne yazık ki günümüzde, böyle ahmakça insanların, gençliğimizin imanını çalmak için büyük bir propaganda başlattıklarını görüyoruz. İnsan, Allah’ın verdiği aklı O'nu bulmak ve O'na kul olmakta kullanmadıkça, o akıl neye yarar ki?
Mevlana Hazretlerinin tabiriyle; bataklığa saplanan eşek gibi olur. Debelendikçe yere batar. Bugün ateizmi savunanlar da böyledir. Hani derler ya; ateistlik gökte uçak yalpa yapıncaya kadar, diye. O ölüm anı gelse ne yapar? Firavn gibi; "Musa'nın Rabbine iman ettim," (Yunus 90) der ama iş işten geçer.
Evet, kâinat her zerresinde eşi- benzeri olmayan ve BİR olan Allah'ı haykırıyor. Her bir mahlûkta, O'nun eşsiz san'at ve erişilmez yüceliği apaçık görünüyor. Bakın gökyüzüne, nasıl direksiz duruyor? Milyarlar yıldız ve galaksiler O'nun varlığını ispat ediyor. Yeryüzü nasıl yayılmış? Kur'an bu hakikatleri dile getirip düşünmeye davet ediyor.
Toprak bu kadar çeşit nimeti verirken, onların maddelerini ve oranlarını ne biliyor ve nasıl veriyor? Hiç kimse akılsız ve idraksiz olan toprağın bunları bildiğini, bitkilerin, hayvanat ve insanlığın kendiliğinden olduğunu asla iddia edemez.
Bütün bunları yoktan var eden, eşsiz ve sınırsız güç sahibi yaratıcımız Allah'tır. Herşeyi aslı ile yaratmış ve devam etmektedir. Evrim sadece masaldır. İnsan, kendisinin maymundan geldiğini nasıl iddia edebilir? Oysa Allah; "Biz insanı en güzel şekilde yarattık," (Tin Suresi 4) buyurur. O'nu bilmek, O'na inanmak ve O'na kul olmak, insan için en büyük kazançtır. O halde insan, bu kazancı asla ihmal etmemelidir.
Alemlerin Rabbi Allah'tır. O, yaratan ve yönetendir. Her şeye gücü yetendir. Her şeyi gören ve bilendir. Nimet veren O'dur. O'ndan geldik ve O'na gideceğiz. Bu sonuçtan kaçış yoktur. O halde O'na iman ve ibadette gayret etmek, bize düşen en güzel görevdir.
Öyleyse ey gençler! Haydi O'na kul olmaya!