Köy Öğretmeninin Not Defterinden

Hasan Ağbahca

Hüseyin’in on bir yaşındaki kızı Emine ve sekiz yaşındaki oğlu Coşkun mutlu bir ailenin çocukları olduklarının tüm izlerini taşıyan, neşeli, coşkulu, saygılı ve çocuksu tebessümlerinin her zaman yüzlerinde yer aldığını görebileceğiniz güzellikteler.

 

       Sele zeytini kadar siyah ve cıva kadar hareketli köpekleri, Emine, Coşkun ve Gülbeyaz, Hüseyin’i karşılamak için tepedeki evin önüne dizildiler. Hüseyin yaklaştıkça önündeki eşeğin yükünün kasaba değirmeninde öğütülen un olduğu daha bir belirginleşti. Eşek yükünü biran önce indirme arzusuyla olsa gerek adımlarını daha da sıklaştırdı. Aynı adım sıklığı, eşeğe yetişmeye çalışan Hüseyin’de de fark ediliyordu.

 

          Evin önündeki rampaya yaklaşan “kasabalıları” ilk karşılayan Sele Zeytini oldu. Eşeğin yan tarafından dolaşıp Hüseyin’in ayakları arasında gezindi, biraz kuyruğunu, biraz ayaklarını, az birazda başını dizlerine dokundurduktan sonra bir ibadeti tamamlamış, hatta onun kabul edildiğinden emin bir edayla geri döndü. Kendi henüz rampayı çıkmadan; Coşkun ve Emine babalarının yanına ulaşmış, O’nu kuşatmışlardı. Cebinden çıkardığı iki gofreti çocuklara verdi. Sele Zeytini kadar olmasa da çocuklar da çabucak evin önüne varıp içeri girdiler.

 

       Gülbeyaz; tüm güzelliği, tüm masumiyeti, tüm arzulamışlığıyla rampanın bitmesini bekledi. Eşek evin önüne ulaştı. Birlikte yükünü indirdiler. Hayvanın ödülü, bir miktar otu yemliğine koydular. Hüseyin Gülbeyaz’ın yanağından bir makas aldı. Saadet bu olmalıydı. Hatta bundan başkası olamazdı. Yan yana içeri geçtiler.

 

      Köyün verimsiz ve kıt arazisi geçinmek için yetmediğinden gurbet kaçınılmazdı birçok köy gibi.

 

     Ankara. Yakın yer. Dört buçuk saat ve günlük midibüs var. Gitmek kolay ancak özledim gidip-görüp dönüyüm o zor işte. Yol parasının kaç lira olduğunu biliyor musun? Hem kaç olursa olsun. Her miktar çok gurbetçiye.

 

      Ankara. Siteler civarı. Yapılan mobilya yükleme, kereste indirme. Hamallık. Adına bakma. Orada çalışan herkes evine para gönderebiliyor. Hüseyin’in hayat standardı bu. Ama gel gör ki Hüseyin, sahip olamadıklarının hüznünü değil, sahip olduklarının tadını yudumluyor.

 

     Kent insanı kör ediyor herhalde. Kim bilir kaçımız, kaç tane gülü, kaç tane beyazı görmeden ama vitrinlerdeki albenili her şeyi, yanı başımızdaki şato gibi evi, caddede süzülen son model bir arabayı görüp, hiç alamayacağımızı düşünerek yıllara kıyıyoruz.

 

     Evet. Evet, kent insanın duygularını savuruyor.

 

     Körlüğe sebep.

 

     Duygudan nasipsiz bir birey.

 

    Yaşamadan yaşlanarak hızla o kaçınılmaz sona doğru ilerliyoruz.

 

   -Ne dersiniz?

 

   -Hiç olmazsa arada bir Hüseyin olmaya var mısınız?