Cumhurbaşkanlığı seçiminin problemsiz bir şekilde tamamlanmasıyla beraber uzunca süredir beklediğimiz netice hasıl oldu: Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu ‘ikinci adam’ koltuğuna oturdu. Bakanlar Kurulu açıklandı, herhangi bir sürpriz yok. Yalçın Akdoğan ve Numan Kurtulmuş başbakan yardımcılığı görevine getirildiler. Yeni dönemin ruhuna uygun gelişmeler bunlar. Zaten çok radikal değişiklikler beklenmiyordu. Ama kabinedeki gençleşme, hem ‘yaş’ anlamında hem de ‘bakış açısı’ anlamında dikkate değer bir husus. ‘Yeni’ler eskilerden biraz daha farklı yöntemsel tercihlere sahip. Yoksa ‘yol’ aynı, ‘yolcular’ aynı. Hayırlı olsun.
Bu arada ‘yemin’ töreni yeni dönemle ilgili bize ipuçları verebilir mi? diye düşünmek lazım. Genel Kurula MHP ve HDP katıldı, CHP katılmadı. Sindiremediler! Toplum ‘sindirdi’. Genel Kuruldaki ‘içtüzük fırlatma’ rezaletini topluma, seçmene kimse açıklayamazlar. 2015 Genel Seçimlerinde toplum ‘sindiremeyenleri’ bir kez daha ‘sindirecek’ gibi geliyor.
Öte yandan, Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’lı HDP ‘doğru’ yolda ilerliyor. Toplantıya katıldı; tebrik etti. MHP aynı şekilde; sorumluluklarını yerine getirdi. MHP bunu 2007’de de, Cumhurbaşkanı seçiminde Meclis Genel Kuruluna gelerek, yapmıştı. Tebrikler. Yeni Anayasa ve Çözüm Sürecinin iki önemli aktörü olabilecek iki parti bunlar. Umut ederiz ki bugün ortaya konan ‘yapıcı’ yaklaşım, o dönemde de devam eder.
Peki, Konya ne yapmalı? Başbakanının arkasında nasıl durmalı? Sorumluluklar arttı. Bundan sonra Türkiye’ye her anlamda ‘öncü’ olacak bir şehir olması lazım. Siyasette ‘doğru’ tercih yaptı. Her dört seçmenden üçü Cumhurbaşkanının arkasında durdu. Ama kültürde, sanatta, sporda, sosyal alanda, sivil alanda neleri başardı (?), neleri başaramadı(?) sorularına da cevap bulmak lazım.
Konya’da Sivil Toplum bence çok başarılı. Farklı siyasal görüşlerden 120 kuruluş ‘bir çatı’ altında toplanmayı başardı. İcra Heyeti ve Başkanı Latif Selvi hocamız Konyalının hissiyatına tercüman olacak ‘sivil duruşu’ ortaya koyuyor. 11 yıldır Ufuk Turu Toplantılarını düzenliyor. Türkiye’ye örnek bir girişim. Yüzlerce sivil aktivist yüzbinleri, milyonları temsilen toplantılara katılıyor. Karşı çıkılması gerekene karşı çıkıyor, desteklenmesi gerekeni de destekliyor. Bu kuruluşlar aynı zamanda iyilikte, hayırda, hak ve özgürlüklerin gerçekleşmesinde, toplumla kucaklaşma ve onun taleplerini hayata geçirmede de çok başarılılar. Benim kanaatim bu yönde. Bu noktada elimizde bilimsel çalışmalar da var. Sadece bir ‘sezgi’ değil, ‘somut’ veriler de mevcut.
Konya yerel yönetimler açısından başarılı kabul edilen bir şehir. Geçmişten beri şanslıyız. Ama detaylara indiğiniz zaman sorunların çok fazla olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Sözgelimi yerel yönetimlerin sivil toplum çalışmalarına yeterli desteği verdiğini söylemek mümkün değil. Ufuk Turu Toplantılarına geçmiş yıllarda Başbakanımız Sayın Davutoğlu da katıldı, ama Konyamızın belediye başkanları lütfetmiyor. Bence çok yanlış: Kahvehane ziyareti güzel, camiden çıkan hemşehrilerimizle musafaha yapmak güzel, ama yeterli değil. Belediye başkanlarımız sivil toplum temsilcilerine randevu vermiyor. Daha kötüsü talebe cevap bile vermeyenler var. Kendileri bilir.
Belediye Kanunu belediyelere ‘kent estetiği’ konusunda çok önemli görevler veriyor. Ama özellikle ana yolların kenarları, bulvarlar, meydanlar bile ‘estetikten’ yoksun. Çirkin binalar, şehrin ruhuna yakışmaya şekilde boyanmış veya hiç boyanmamış yapılar rahatsız edici boyutlarda. Yeni yapılan parkları geziyorsunuz, yeni döşenmiş parke taşları ‘dalga dalga’. Maşallah, Karadeniz gibi. Yeşil Türbenin hemen yanında bir belediyemiz, turistlere ‘ücretsiz’ içecek ikram ediyor. Çok güzel. Ama binanın anayol tarafından geçerken, istinat duvarı sanki üzerinize yıkılacak. Ana duvardan 30 açık. Araya da çöpler dolmuş. Gelen, giden herkes çöplere yoğunlaşmak zorunda kalıyor. Keşke, Türbe’ye yoğunlaşabilseydi. Logonuza koyduğunuz Türbeye sahip çıkmanız lazım.
Büyük de farklı değil. Cumartesi günleri Sema Töreni var. Ama afişlere, billboardlara İngilizce ‘free of charge’ yazılmış. Türkçesi ‘beleş’. Dünyanın hiçbir yerinde böyle yazılmaz. Çünkü bu bir ‘futbol maçı’ değil: ‘Dini’, ‘kültürel’ ya da ‘sanatsal’ yönü olan bir faaliyet. ‘Mal’ değil bu.
Sayın Başbakanımız görmesin, ‘anlayamaz’ da çok ‘üzülür’. Başbakanımız nedeniyle bundan sonra şehre ‘akacak’ yabancı devlet erkânı, turistler de görmesinler. Yakışan, uygun olan, kibar kelime ‘free admission’ olmalıydı. Yani, ‘ücretsiz’ giriş. Mevlana ruhuna daha uygun.
Şehir ‘dünya şehri’ olacak. Ama hiç İngilizce yön levhası yok. Her yıl milyonlarca turisti ağırladığımızı söylüyoruz, ama yabancı dilde yön levhamız yok. Turist şehre girince ‘kayboldum’ duygusuna kapılıyor. Nereye gideceğini bulmak için epeyce bir mesafe kat etmesi lazım. Alternatifi ‘navigasyon’ cihazı. Turist etrafı seyretmek, bakmak, görmek yerine elindeki ‘alete’ konsantre olacak. Ne kadar yanlış. Ne kadar eksik.
Yapılan işlere yeteri kadar ehemmiyet verilmiyor. Detaylara bakılmıyor. Nüfus artışı ve ekonomik büyüme nedeniyle gelirler artıyor. Peki, artan gelirler yerli yerince kullanılıyor mu? Elimizde veri yok. Olan varsa göstersin. Hangi objektif kriterler kaynakların verimli ve etkili biçimde harcandığını gösteriyor? Böyle bir veri ve çalışma yok. Bu nedenle başarı ve başarısızlık sadece bir tahmin, umut, ‘yanılsama’.
Bugünlük bu kadar yorum yeter. Ama belediye meclislerinde, meclis üyeleriyle ne kadar istişare yapılıyor, sivil toplum, sanatkârlar, akademisyenle ne kadar istişare yapılıyor, bilemiyorum. Stratejik planlarını yaptılar; kaç kişi katıldı? Bu planlara gelecek dört buçuk yıl uyulacak mı? Bilmiyorum. Zannetmiyorum. Maalesef. Meclis üyeleri de karamsarlık içinde. Kendilerinden meselelerin ‘kaçırıldığını’, ‘sakınıldığını’ düşünüyorlar.
Şehir kendine çeki-düzen vermelidir. Başbakanın şehri, ‘örnek’ olmalıdır. Yok, eğer ‘Yeni Türkiye’ ‘Büyük Türkiye’ idealine inanılmıyorsa durum başka. O zaman diyecek bir şey yok.
Oysa ki, konjonktür her zamankinden daha da müsait. Merkezi bürokrasi ‘emriniz’de. Bakanlar daha ‘ulaşılabilir’. Yerelde büyük bir uyum var. STK’lar, meslek odaları, belediyeler, kamu kurumları aynı ilke ve ideallere inanan insanların elinde. Medya bile eleştirirken çok ‘duyarlı’. ‘Yapıcı’ eleştiri yöneltilmiyor. Doğrular net biçimde ifade edilmiyor. Ama bundan sonra, doğruları ‘başkaları’, ‘dışarıdakiler’ söyleyebilir. Bu herkesi incitir.