Aldatıldığını ileri süren eşlerden birinin, üçüncü kişiye karşı açtığı manevi tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle "aile hayatına saygı" hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yaptığı bireysel başvurunun reddedilmesine ilişkin kararın gerekçesi Resmi Gazete'de yayımlandı.
Buna göre, Ö.S ve A.K, 2001'de evlendi, bu evlilikten 2 çocukları doğdu. Eşi A.K'nin H.M.Z. ile kendisini aldattığını ileri süren Ö.S, boşanma davası açtı. Yerel mahkeme, tarafların evlilik birlikteliğinin sonlanmasına karar verdi.
Boşanma kararının ardından Ö.S, üçüncü kişi konumundaki H.M.Z'ye kişilik haklarının zarar gördüğünü ileri sürerek manevi tazminat davası açtı.
Davaya bakan Konya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, üçüncü kişi konumundaki davalı H.M.Z'nin, Ö.S'nin kişilik haklarına yönelik bir saldırısının bulunmaması nedeniyle 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 58. maddesi kapsamında davanın reddine karar verdi.
Ö.S, temyiz isteminin Yargıtay tarafından reddedilmesi üzerine hak ihlali iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu.
Başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, oy çokluğuyla Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan aile hayatına saygı hakkının ihlal edilmediğine karar verdi.
Kararın gerekçesinden
Anayasa Mahkemesinin gerekçesinde, benzer konulardaki farklı kararlar nedeniyle Yargıtay tarafından 2018'de içtihadı birleştirme kararı alındığı hatırlatıldı.
Yargıtay içtihadında, "Evlilik birliği içinde gerçekleşen aldatma durumunda, başka bir kişilik hakkı ihlali bulunmadıkça aldatılan eşin üçüncü kişiden manevi tazminat talep edemeyeceğinin" belirlendiği, bunun, Yargıtay ve derece mahkemelerince uygulandığı, bu konuda son dönemde istikrarlı bir yargısal yaklaşımın bulunduğu vurgulandı.
Ö.S'nin açtığı davanın yerel mahkemece, "kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte bir eylem bulunmadığı" gerekçesiyle reddedildiği hatırlatılan gerekçede, yerel mahkeme kararının yerinde olduğu belirtildi.
Gerekçede, kamusal makamların, kişilik haklarına saldırıda bulunulması halinde mağdura tazminat ya da uygun şartların oluşması halinde soruşturma talep etme hakkı sağladığı ifade edildi.
Ayrıca boşanma ve gerekirse tazminat elde etme imkanı olduğu, bu hususlarda ileri sürülen taleplerin etkili şekilde karara bağlanmadığına ilişkin bir verinin ya da bu yönde bir iddianın bulunmadığının dikkate alınması gerektiği aktarılan gerekçede, şunlar kaydedildi:
"Sonuç olarak başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların mahkemelerce ilgili ve yeterli bir gerekçe ile karşılandığı, öngörülebilirliği sağlayan içtihadı birleştirme kararına dayanılarak verilen kararlarda belirtilen tespit ve gerekçeler itibarıyla yargısal makamlarca anayasal anlamda takdir yetkisinin sınırının aşılmadığı ve yargısal sistemin olayda etkili bir şekilde işletildiği görülmüştür. Dolayısıyla aile hayatına saygı hakkı çerçevesinde devletin pozitif yükümlülüklerinin olayın şartları altında yerine getirildiği sonucuna varılmıştır."
3 üye çoğunluk görüşüne katılmadı
Anayasa Mahkemesinin oy çokluğu ile verdiği ret kararına, Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Kadir Özkaya ile üyeler Basri Bağcı ve Muhterem İnce muhalif kaldı.
Üyelerin karşı görüşünde, Yargıtayın içtihadı birleştirme kararı doğrultusunda üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunamamasının Anayasanın 36. ve 40. maddelerinde yer alan haklara "açık bir kısıtlama" getirdiği savunuldu.
Anayasa'nın 13. maddesi gereğince hak arama hürriyetine kısıtlama getiren bu düzenlemenin kanun ile yapılması gerektiği ifade edilen karşı görüşte, "Bu yapılmaksızın kanunla getirilmesi gereken bir kısıtlamanın içtihat ile ortaya konulması anayasal anlamda sorun teşkil etmektedir." denildi.
Zinanın ceza hukukunda suç olmaktan çıkartıldığı ancak Türk Medeni Kanunu'na göre eşlerin sadakat yükümlülüğüne aykırı bir davranışı olarak kabul edildiği, boşanma sebepleri arasında sayıldığı anımsatılan karşı görüşte, şunlara yer verildi:
"Zina eylemi, niteliği gereği tek fail ile işlenebilen bir fiil olmadığından, eylemin oluşmasında diğer failin iştiraki mutlak olarak gereklidir. Haksız bir fiile iştirak eden kişinin hukuki sorumluluğunun bulunması da kaçınılmazdır. Aksi bir kabul ancak kanuni bir düzenleme ile mümkün olabilecekken bunun kategorik olarak içtihat ile yapılması mümkün değildir."