Tarihe önemli notların düşüleceği hassas bir dönemi yaşıyoruz… Şimdilerde bulanık olduğu için net görünmeyen kirli ilişkiler, sular durulduğunda daha net şekilde ortaya çıkacak ve Tarih, herkesin üstlendiği rolü bir bir yeni nesillere aktaracak…
SURİYE’de 2011’de başlayan iç savaş, kanlı bir sürece saplanırken ülkenin kuzeyinde yaşayan Kürtler ‘ne rejimle savaş, ne muhaliflerle ittifak’ sloganıyla üçüncü bir yola yönelerek krizi kendileri açısından tarihi bir fırsata çevirmeyi hedeflediler. Kuzey Suriyeli Kürtler, Temmuz 2012’den itibaren ‘Batı Kürdistan’ anlamında ‘Rojava’ diye andıkları bölgede Afrin, Cezire ve Kobani olmak üzere 3 kantonlu bir özerk yönetim tesis ettiler. Bu yönüyle nasıl Irak’ın kuzeyinde 1991’deki Körfez Savaşı sonrasında özerk bir bölgesel Kürt yönetimi bütün kurumlarıyla yerleştiyse, Suriye’nin kuzeyinde de son 3 yıldır -kurumsal açıdan farklılıklar göstermekle birlikte- yine bir özerk yönetim modeli şekillenmekte.
Türkiye, Suriye’deki iç savaştan faydalanıp özerklik ilan eden PYD’ye karşı sınır kapılarını kapatarak cevap vermiştir… Rojava’nın doğu sınırında ise Kuzey Irak bölgesel yönetimi de bu duruma sıcak bakmadığından olsa gerek sınır ilişkileri çok zayıftır…
Rojava kendi sınırlarına hapsolmuş bir vaziyette iken Türkiye, çözüm süreciyle ret- asimilasyon politikalarına son verip milli birlik ve kardeşlik projesine başlamış ve halk kitleleri bu sürece büyük destek vermiştir…
Çözüm süreciyle birlikte PKK’nın sınır dışına çıkması ve silah bırakması söz konusu iken ‘’Gezi olaylarının’’ baş göstermesi üzerine PKK bu çekilmeyi durdurup nihai sonuçları izlemeye aldı… Peki, bu geri çekilmenin durmasının arkasında nasıl bir akıl vardı?
‘’Gezi’’ olaylarının hükümeti alaşağı edeceği mi söylemişti?
Ya da PKK’ya ‘’acele etmeyin, yakında Türkiye’de büyük değişiklikler olacak’’ denildikten sonra ‘’Gezi olayları’’ mı baş gösterdi?
Türkiye’nin gerek ekonomik anlamda gerekse de sosyal barışın en üst zirve noktada olduğu bir zaman diliminde ‘’Gezi’’olaylarının yaşanması çok anlamlıydı… Hükümet bu konudaki kararlı tutumuyla olayların önüne geçti lakin ‘’Üst Aklın’’ Kandil’e ‘’kesin olacağı’’ söylediği ‘’hükümet gidecek’’ sözü için yeni bir hamle daha yapıldı: 17-25 Aralık darbe girişimleri…
‘’üst akıl’’ hem ülkede meydana gelecek olayları önceden bildirerek hem de, istediği iktidar değişikliğini yapmak için hiç akla gelmeyen uykudaki dini bir yapılanmayı dahi kendi emrinde olduğunu göstererek ne kadar güçlü olduğunu gözler önüne serdi ki bu Kandil’e söylediği sözlerin tesirli olmasında büyük etkendi… ‘’üst akıl’’, ‘’ülkede ipler benim elimde’’ diyordu adeta…
Bir yandan ülkemizdeki çözüm sürecinin sekteye uğratılması için uğraşan ‘’üst akıl’’ bir yandan da Kürtlerin dayanışmaya yönelerek milliyetçilik duygularının kabartılması için gerekli olan Kobani çatışmalarının yaşanmasına zemin hazırladı…
Kobani çatışmaları, ayrı yerlerde yaşayan Kürtlerin milliyetçilik duygularının kaşınmasına ve bir-beraber olmayan Kürt halkının güvenliklerinin tehlikede olduğu, bu güvenliği sağlamanın da bu saldırıları bertaraf edecek kudrete sahip bir devlet olmaktan geçtiği düşüncelerini empoze etmiş oldu…
IŞİD tehlikesine karşı Kobani’yi havadan savunan koalisyon güçleri kara harekâtına girmeyeceğini söylemesi, PKK ve PYD’nin bölgede silahlı güç olarak ‘’önem’’ kazanması ve ‘’meşru’’ olarak lanse edilme çabalarının bu örgütlere sağladığı özgüven, silah bırakmasını şart koşan çözüm sürecinin kendi varlıklarına karşı bir tehdit olarak görmelerine sebep oldu… Tüm bunlardan dolayı Kandil ve KCK’nın çözüm sürecinde ‘’üçüncü göz’’ istemesi, çözüm sürecinin hükümet tarafından askıya alınarak mağdur rolüne bürünmek istemelerindendir… Çünkü çözüm sürecinin esası ‘’Misakı milli’’ sınırları içinde iken, damarlarına yüksek dozda özgüven pompalanan taraf, artık başka hayaller peşindedir…
Selametle…