Kitap okumanın günü olur mu?

Ömer Tokgöz

Kitap okumanın tabi ki günü olmaz. İnsan her yerde ve istediği her ortamda kitap okuyabilir. İnternet çağında basılı kitap okumak pek kolay değil. Duruma göre de değişir. Kişinin okuma eyleminin neresinde ve hangi döneminde olduğuna da bağlıdır. Geçenlerde akıllı telefon üzerinden takvime göz attım, 9 Ağustos günü ‘Dünya Kitapseverler Günü’ imiş. Bunca ıvır zıvır gün kutlama çeşitliliği ve enflasyonu içinde kitapseverler gününün kime ne faydası var su götürür.

Belki bazı kişiler için okumanın önemini, kitap sevgisini, ilim ve irfan yolculuğuna çıkışın bir işaret fişeği olabilir. Ya da ilgili kamu kuruluşunun âdet yerini bulsun cinsinden 3-beş etkinlik yaptığı bir şeye yarar. Sosyal medya paylaşımı ile de günü kurtarmak da mümkün. Nadir de olsa sosyal medyada bir atıfta bulunan olur. Bugüne dair benim dışında sosyal mecralarda arkadaş çevremden paylaşım yapan hiç kimseyi görmedim. Gün enflasyonu o kadar yaygın ve anlamsız ki Konya’da faal olan kültür sanat oluşumları bile paylaşımda bulunmadı.

Her olguya bir gün uydurma alışkanlığı ile kitap okumaya da bir gün tahsis edilmiş. 9 Ağustos günü güya Dünya Kitapseverler Günü olarak kutlanıyor. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından okuma, yayınlama ve telif hakkını teşvik etmek amacıyla düzenlenen bir etkinlik imiş. . (https://www.yenihaberden.com/bilumum-gunleri-kutlama-kilavuzu-15292yy.htm)

İngiliz yazar Jeanette Winterson, “Kitaplarda kapılar gibidir. Bir kez açtın mı, bambaşka bir dünyaya geçiverirsin.” der. Kitap, insanlığın en önemli gelişim ve öğrenme materyallerinden birisidir. Bu nedenle insan yaşamına, kitaplarla açılan kapıların etkisi büyüktür. Biz kitaplı bir toplumuz. Köyde kentte defter yaprakları yırtılmaz, kitap sayfaları yırtılmaz ve yere düşen sayfalar olursa eğer saygıyla yerden alınır ve korunur.

Ülkemizde öteden beri tek başına ne okur ne de yazar olmayan kocaman bir kitle var. İnternet ve akıllı telefonlar olmasa, sosyal mecralar olmasa kimsenin pek okuduğu bir şey yok. Yüzeysel olarak artık ekranlara bağımlı okuyan/bakan/sayfa kaydıran devasa bir kitle var. Sonra okuyup ne olacak değil mi? Marifet mi? Bilginin verdiği sorumluluğu, fikir işçiliği ve çilesini kim çekecek değil mi? İnsanı rahatsız eder yani! Onun yerine git para pul, mülk kazan, marka kullan, hobi bahçesi yap, cahil kal her şeyi bil veya dert etme vs. yaklaşımları daha yaygın.

Kitap deyip geçeriz, anlamı nedir dediğimizde Wikipedia tanımı şöyle: Kitap sözcüğü Arapça bir sözcüktür. Aslı ketebe'den (yazmak) gelen kitab'dır (yazılı olan, yazılan). Türkçesi ise 'bitig' diğer yazılışlarıyla 'bitik' ya da 'betik'tir. Kaşgarlı Mahmud'un Bağdat'ta 1072-1074 yılları arasında yazdığı Türkçe Arapça sözlük olan Divânu Lügati't-Türk adlı yapıtında kitap sözcüğünün karşılığı Türkçe bitig olarak geçmektedir. Göktürkler'den kalan Orhun Yazıtları'nda da kitap sözcüğü bitig olarak geçer.

Wikipedia’da kitap türü olarak 63 ayrı çeşit sıralanmış. Eski zamanlarda kâğıt yerine kil tablet, mum tablet, papirüs, palmiye yaprağı ve parşömen gibi şeyler kullanılmış. Böylece kitabın yaprakları da bunlardan olmuş. Ama bunlardan hiçbiri bugün kullandığımız kâğıt kadar dayanıklı olmamıştır.

Ülkemizde 1950-1980’li yıllar arasında görece hali vakti biraz iyi olanlar salonlarında kitaplık bulundururdu. Vitrin de denilen mobilya raflarında kitaplar ile yanda tabak, çanak ve dantel ile birlikte sergilenirdi. Kitaplar okunmaktan çok gösteriş ve hava olsun diye raflara dizilir, yanına bir iki de ansiklopedi konulurdu. Kitap türü anlamında görsellik ön planda olurdu. Cetvelle vitrin boyuna göre ve vitrin rengine uyumlu seçiliyor diye dalga geçilirdi. Daha sonraki yıllarda bu çeşit salonunda kitaplar olan kültürlü bir ev manzarası kalmadı. 2000’li yıllardan itibaren evlerde kitaplık bulundurmak nostaljik bir eski zaman hatırası oldu.

Kişisel olarak benim kitapla ünsiyet ve ülfet kurma maceram ilkokuldan önce başladı. Okula başlamadan önce sonraki yıllarda Teksas, Tommiks, Zagor, Mister No, Gordon, Tarkan, Kara Murat, Yüzbaşı Volkan ve Tolga gibi çizgi romanlar okuyordum. Okuma yazmayı sökmeden önce maceraları bilenler birbirine anlatıyor idi. 1970’li yılların başında mahallede yetişkinler dahil gençler ve çocuklar çizgi roman ve fotoroman okuyorlardı. Konya merkezde Saray sineması önünde veya Alaattin tepesinde sergilerden yeni/eski kitap değiş tokuşu yapılır veya 1 liraya kiralama yapılıyordu.

İlkokul, ortaokul ve lise döneminde giderek ders kitaplarıyla ve okul dışı kitap ve ansiklopediler ile haşır neşir oldum. İlkokulda iken rahmetli eniştemlere İstasyondaki Alman evlerine misafirliğe giderdik. Ben 15-20 günlük ulusal ve yerel gazeteleri elime alır, baştan sona reklamlar dahil okurdum. Çünkü oturduğumuz Araplar mahallesinde hiç gazete bayisi yoktu. Çevremizde okul dışında bir kütüphane de yoktu.

Lisede babamı ikna ettim ve 1978 yılında Tercüman gazetesine abone olduk. Haftanın her günü 16 sayfa futbol, tarih, yemek ansiklopedisi ve Kur’an-ı kerim cüz fasikülleri çıkardı. Üç yıl içinde fasiküller bitti ve gazete cilt kapaklarını da verdi. Cilt kapağı ve fasikülleri Fenni Fırın civarındaki Kadılar sokağında matbaacıda cilt yaptırdık. Vitrinimiz yoktu ama ansiklopedileri ve Kur’an’ı kerimi televizyon dolabının üst kısmına, camlı bölmeye koymuştuk.

Liseye başladığım 1978 yılından itibaren sağ ve sol ayrışmasına yönelik ideolojik kitaplar okumak ön plandaydı. 12 Eylül sonrası biraz ortalık duruldu.1982 yılında İstanbul’da Siyasal Bilgiler fakültesinde öğrenci iken daha nitelikli bir okumaya yöneldim. İstanbul’un tarihi ve doğal dokusu, ihtişamlı eserler ve öğrenci psikolojisi okuma şevkimi artırdı. Topkapı’daki AÖS öğrenci yurdundan Beyazıt’a belediye otobüsüyle giderken ayakta bile kitap okuyordum.

Üniversite eğitimi ile birlikte ders içi ve dışı iktisat, hukuk, sosyoloji ve siyaset bilimi kitapları okudum. Etimolojik planda sözlükler dahil deneme ağırlıklı kitaplarla haşır neşir oldum. Mezuniyet sonrası bir proleter çocuğu olarak mütevazi bütçeler ayırarak kitap ve dergi satın almaya başladım. Ankara’da 1990-1997 yılları arası Sincan’dan 26 km mesafedeki Sıhhiye’ye İş ve İşçi Bulma Kurumuna banliyö treni ile işe gidiyordum. Mesafe uzak olduğu için banliyö treninde zamanı değerlendirdim ve her pozisyonda kitap okudum. Garip bakışlar arasında demeliydim. Çünkü benden başka trende kitap okuyan yoktu.

Sivas’ta 8 ay kısa dönem askerlik yaparken yapılan aramalarda dolabımdan kitap çıkması kabahat oldu. Merhum Rasim Özdenören’in “Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı” deneme kitabını yakalattım. Kışlaya girerken kimse bir şey dememişti. Ortalık karıştı ve kısa süreli bir tutanak tutuldu, sorgu sual bile yaşadım. Kitabın ismi bölük komutanının hoşuna gitti. Yasak bir yayın olmadığı anlaşıldı ve askerlik döneminde de kitap okumaya devam ettim.

Eskiden toplumumuzda yüz yüze görüşme ve sohbet kültürü hakimdi. Okumayı teşvik için bir meclise girdiğinizde görgü, bilgi ve edebinizle (adap) dikkati nazarı celp eder ve bir yeriniz mutlaka olur denilirdi. Şimdi herkesin her türden sosyal medyası ve blogu var. Youtube kanalı var, meraklısı canlı yayın açıyor ve herkes bir başlık tutturup gidiyor. Bu anlamda yaygın bir internet demokrasisi ve erişilebilirlik sarmalı var, kalite ve içerik ise şüpheli. Post-truth sanal gerçeklik anlamında sapmalar, troller, çakma link vs. zebil miktarda bilgi kirliliği oluşturuyor. Söz meclisten dışarı ehil olanları tenzih ederim ama herkes yazar, herkes kitap sahibi olarak karşımıza çıkıyor.

Kitap okumaya dönersek kendime ‘kitapsever’ diyecek kadar -bana göre- güzel, bir kitaplığım var idi. 1990 yılının başlarında maaşım 300 bin lira iken bir maaş kitap bedeli ödemiştim. Yeni çıkan Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye ansiklopedisini satın almıştım. Küçük bir memur için 5 taksitle de olsa bir maaşını bilgiye, irfana ve kitaba yatıran sizce kaç kişi çıkar. Tatilde, seyahatlerde yanımda hep birkaç kitap bulunur. En büyük zenginliğimin kitaplarım olduğunu düşünürüm. Desinler diye bir okuma veya gösteriş öğesi olarak ise okumam zaten. Polemik yapmak veya tartışmada ön almak için de kitap okumadım.

Zaman içinde her hafta bir kitap okumaya ve satın almaya özen gösterdim. Evde bin kitabı geçen bir kütüphaneyi 1986-2000 arası oluşturdum. Ev taşırken koliler dolusu kitap yükünü taşımak ve yeniden vitrine dizmek ayrı bir zahmet oldu. Eve gelenler hep sorarlar idi, hepsini okudunuz mu? diye. Muhatabımı evet diye cevaplarım ve iki kat şaşkınlığa uğrar idi. Okumadığım kitabı vitrine hiçbir zaman koymadım.

Şu üç günlük dünyada bilginin ve liyakatin değerini erbabı bilir. Siyasal Bilgilerden mezun olmak gibi hatırı sayılır bir diplomam var. Üzerine bu kadar okuyup sayısız seminer, konferans ve sohbetlere katıldım. Zaman içinde nev-i şahsına münhasır bir entelektüel birikim inşa ettim. Aldığımın 3 katından fazla kitap okudum ve ötesini saymadım. Aynı anda 2-3 kitabı birden okurken haftada en az 1500 sayfa okuyordum. Kitap ve kitaplık 20 yıl evimin demirbaşları arasında olmasına rağmen taşıma külfeti nedeniyle 2010 yılında radikal bir adımla kütüphaneyi dağıttım.

Üç bin kitaptan sonra evde koyacak yer olmayınca kitap biriktirmeye son verdim. Bibliofil ve biblioman denilen bizim gibi kişilerde en önemli sorun kitap, dergi, cd, rapor, a4 vb.nin konulacak yer problemidir. Mesela kiralık evde oturan biri için kütüphane yeri de önemli sorunlardan birini oluşturur. Kendi evinizde bile kitap dağınıklığı pek çok evde sorun kaynağıdır. Sağa sola atılmış kitap, dağınık bir masa ve kitaplık hoş değildir.

Kitap sevmek ve okumak iyi ama bedava bir şey değil. Kütüphaneler her yerde ve 7/24 erişilen bir mekân değiller. Bilgisayar ve akıllı cep telefonu ile online erişim mümkün olsa da ülkemizde internet bedava değil ve aşırı pahalı. Mevcut gelir dağılımı ve özellikle asgari ücretle çalışan bir kitle için bir kilo et mi? almak veya bir kitap mı? almak mesela önemlidir. Bu ikilemde birçok kişi maalesef kitap yerine et/gıda ürünleri alacaktır.

Kadınlar mesela birçok gün yapar ama hiç kitap okuma günü düzenlemezler. Kimse övünç kaynağı olarak şu kitabı aldım, şu kitabı okudum tarzı sohbet etmez. Ama bir işyerinde birisi bir gömlek, tişört veya bileklik vb. fiziki bir şey almıştır, herkes kaça aldın, nereden aldın diye muhabbete başlar. Sabahattin Ali’nin 90 yıl önceki Konya’da Araplar mahallesinde geçen ve torununa bakmak için gündeliğe giden kadının “Isınmak” adlı öyküsüne hiç kimse ilgi göstermez. Sosyal medyada kitap kahve fotoğrafı koymak ise suyunun suyu bir gösterişten ibaret. Yaşayarak ve gözlemleyerek tecrübe ettiğim bir hususta kültürlü olmak kıymet taşımıyor ve amiyane tabirle para etmiyor.

Okumak mesele değil bu bilgileri hamule haline getirmek gerekir. Bir puzzle tamamlar gibi yeni okumaları süzmek ve bilgi katları arasına yerleştirmek gerekli. Sonra okumak tamam da yazmadan olmaz değil mi? Sendikal planda editörlük ve makale yazma, mesleki planda kurumsal raporlar oluşturdum. Türkiye Yazarlar Birliği kültür gezileri kapsamında yazılar yazdım. İnternetin fazileti ile sosyal mecralarda ve yerel medyada ar-ge içerikleri yayınlamaya devam ediyorum.

Marshall McLuhan’ın dediği gibi dünya 1960’lı yıllardan beri global bir köy. Andy Warhol’ un dediği gibi herkesin medyada 15 dakikalığına meşhur olacağı bir zamana rast geldik. Üstüne birde TV açık oturumlarına çıkınca okumak, yazmak ve kamuoyuna seslenmek bütünleşik bir durum haline geliyor. Tek başına kitap okumak günümüzde kişisel gelişim ötesinde fazla bir değer ifade etmiyor.

Şimdi 6 bin kitaptan fazla digital bir arşivim var. Cep telefonumda anlık olarak 1500’ den fazla e-kitap var, ara sıra bilgisayara aktarıp depoluyorum. Bir de kitap okuma uygulamaları ile fotokopi, caps almak, metin kopyalamak çok kolay. Sesli kitap dinlemek, kitap hışırtısı bile eklemek, gözü korumak vs. mümkün. Hatta elektronik kitaplar uygulama yardımı ile online olarak cepte, bilgisayarda, tabletten kesintisiz olarak okunabiliyor. Eş zamanlı olarak kitap okumaya işte, arabada, evde, seyahatte de devam edilebiliyor.

Bazen kitap ve kütüphane çok değişik bir yerde, tedavi olmaya gittiğiniz bir hastane koridorunda da karşınıza çıkabilir. Sağlık Bakanlığı Türkiye genelinde ve Konya’da iki hastanede bu uygulamayı yürütüyor. Meram Devlet hastanesinde ve N.Ü Meram Tıp fakültesinde oluşturulan kütüphaneler faaliyete geçtiğinde personel, hastalar ve refakatçiler için önemli bir işlev görebilir. (https://www.yenihaberden.com/hastanede-icinde-kitap-okuma-kosesi-14503yy.htm)

Pdf ve e-kitap tarzı digital arşivimi klasik kitap olarak alsam herhalde evin tüm duvarlarını kitaplık olarak döşemem gerekirdi. Manuel olarak 2-3 bin kitaplık bir kütüphaneyi tasnif, bakım ve temizliği ise ayrı bir külfettir. Evdeki gözbebeğimiz küçük yaramazların kitapları karalaması veya yırtması da sık karşılaşılan bir durumdur. E-kitap varken artık kitap almak benim için nadir ve çok seçici olduğum bir eylem. Lakin nasıl gazete ve mürekkep kokusu web sayfası ile bir değilse kitap da öyledir. Tabi ki elektronik kitap aynı tadı vermez. Ücretsiz pdf sayfaları, kamuya ve özele ait birçok online kitap okuma sayfaları bir avantaj. Ayrıca teknik olarak bilgisayara veya akıllı telefona indirmesini bilmek gerekiyor. Bazen e-kitap, pdf dosya transfer etmek virüs riski açısından müşkül olabiliyor.

İster klasik kitap ister elektronik kitap okuyalım, toplumumuzda okumaya değer verildiği konusunda epeyce şüpheliyim. Kişi başına düşen yıllık kitap okuma oranları ve kitap baskı sayılarının çok düşük olması bunun temel göstergelerindendir. Digital kültür çağında da olsak kitap değerinden bir şey kaybetmez. Okumak bir soylu eylem olup irfana, araştırmaya ve ötekini tanımaya meraklı insanlar için bir değer taşır. Değerli kari arada sırada okumak üzere elin(m)izin altında bir kitap bulunması faydalıdır vesselam.