Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla
37.Saffat
Adını ilk âyetin başındaki “ve’s-sâffât”tan (saf saf dizilenler) almıştır. Sâffât sûresinde Kur’an’da en çok tekrar edilen iki iman esasına vurgu yapıldığı görülmektedir. Bunlardan biri tevhid ilkesi, diğeri sorumluluk bilincinin oluşmasını sağlayan âhiret inancıdır. Sûrede insan türünün ilk döneminden itibaren başlayıp Hz. Nûh devrinde belirginlik kazanan hak-bâtıl mücadelesinin bazı safhalarına değinilmekte ve karşılaştığı güçlükler sebebiyle son peygamber bir taraftan teselli edilirken diğer taraftan gelecek için ona ümit verilmektedir.
Birinci bölüm kâinatın düzeni ve yönetimiyle görevli olan meleklere (sâffât) yeminle başlar, ardından bütün evrenin yaratıcısı ve geliştiricisinin bir ve tek olduğu belirtilir. Gökyüzünün yaratılışı ve yıldızlarla süslenişine temas edilerek ilâhî mesajı zapt edip iletmekle görevli melekler âlemine hiçbir şekilde nüfuz edilemeyeceği bildirilir.
Resûlullah’tan sûrenin son üç âyetini sohbetinin sonunda okuyan, diğer bir rivayete göre ise her namazın sonunda üç defa tekrar eden kimsenin kıyamet gününde büyük bir mükâfata nâil olacağı nakledilmiştir (İbn Kesîr, Şevkânî)
*Mutlak izzet sahibi olan rabbin, onların yakıştırdığı nitelemelerden münezzehtir. Bütün peygamberlere selâm olsun! Ve âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun. (Saffat 180-181-182) (son 3 ayet)
38.Sad
Adını ilk kelimesi olan sâd harfinden alır. Hz. Dâvûd’dan bahsettiği için Dâvûd sûresi diye de anılmıştır. Mekke döneminde nâzil olmuş, Medenî olduğu görüşü ise isabetli bulunmamıştır.
Rivayetlere göre, sûrenin ilk yedi sekiz âyeti şu münasebetle inmiştir: Şirk inancının reddine dair âyetlerden rahatsız olan müşrikler Ebû Cehil başkanlığında Ebû Tâlib’e müracaat etmiş ve yeğeni Hz. Muhammed’i bu faaliyetten menetmesini istemişti. Ebû Tâlib durumu Resûlullah’a bildirince o kendilerinden “Allah’tan başka tanrı yoktur” demeleri dışında bir şey istemediğini ifade etti. Bunun üzerine Kureyşliler, “Bu kadar tanrıyı bir Tanrı’ya mı indirmiş, ne tuhaf şey!” diyerek ayrıldılar (Müsned, Tirmizî, Taberî.) Belirtilen kaynakların çoğu, bu olayın Ebû Tâlib’in ölüm hastalığı sırasında vuku bulduğunu kaydetmektedir.
*Süleyman, “Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk (hükümranlık) bahşet! Şüphesiz sen çok bahşedicisin!” dedi. (Sad/35)
39.Zümer
Adını 71 ve 73. âyetlerinde geçen, “âhirette kâfir ve müminlerin oluşturduğu topluluklar” anlamındaki “zümer” kelimesinden almıştır. Sûre, 20. âyetinde yer alan “guref” (cennetteki köşkler) kelimesine işaretle Guref sûresi diye de anılmıştır.
Cenâb-ı Hakk’ın gökten su indirip kurumuş toprağı yeşertmesi, farklı renklerde ekinler yetiştirmesi, daha sonra yeşilliğin sararıp kuruması olayına dikkat çekilerek hem Allah’ın varlığına ve birliğine hem de hayatın fâniliğine, dolayısıyla âhiretin mevcudiyetine delil getirilir. Bunca ibret verici tecelliler karşısında gönlü ilâhî hakikatlere açık hale getirilen kimse ile kalbi taşlaşmış kimsenin bir olamayacağı gerçeğine işaret edilir. “En güzel söz” diye nitelenen Kur’an’ın çelişkilerden uzak, kendi içinde tutarlı, eğitimi pekiştirme amacıyla tekrarlar içeren bir kitap olduğu belirtilir.
Hz. Âişe, Resûlullah’ın her gece İsrâ sûresiyle beraber Zümer sûresini de okuduğunu nakletmektedir (Müsned, Tirmizî)
* İnsanın başına bir sıkıntı geldi mi rabbine yönelip O’na yalvarır; sonra rabbi ona katından bir nimet verince, daha önce yalvardığını unutarak yolundan saptırmak için Allah’a eşler koşmaya kalkar. De ki ona: "İnkârcı tutumunla biraz eğlenedur bakalım! Gerçek şu ki sen ateşi boylayacaklardan birisin! (Bu adam mı,) yoksa âhiret kaygısıyla ve rabbinin rahmetine nâil olma ümidiyle gece vakitlerinde secde ederek, ayakta durarak kendini ibadete veren kişi mi (daha iyi)?" De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!" Doğrusu ancak akıl iz‘an sahipleri bunu anlar. (Zümer 8-9)
40.Mümin
Sûre Firavun’un ailesine mensup olan mümin bir kişiden bahsedildiği için bu adı almıştır. Mukattaa harflerinden “hâ mîm”lerle başlayıp art arda devam eden yedi sûrenin ilkidir.
Mü’min sûresinin temel konusunun İslâm’a karşı direnmeyip ona samimiyetle bağlanmaya davet etmekten ibaret olduğunu söylemek mümkündür. Sûrede bunun için insanlara bahşedilen imkân ve nimetler, âhirette iyilerle kötülerin karşılaşacağı hayat tarzı, insanlık tarihinde imanla küfür arasındaki mücadele vb. konular ibret amacıyla zikredilir.
Sûrenin faziletiyle ilgili olarak Ebû Hüreyre’den rivayet edilen hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Âyetü’l-kürsî ve Mü’min sûresinin ilk üç âyetini sabahleyin okuyan kimse akşama kadar, akşam okuyan kimse sabaha kadar korunmuş olur”
* İnkâra sapanlara (âhirette) şöyle seslenilecek: "Siz inanmaya çağırılıp da inkâr ederken Allah’ın size öfkesi şimdi sizin kendinize öfkenizden elbette daha şiddetlidir. Ey rabbimiz!" diyecekler, "Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Şimdi günahımızı itiraf etmiş bulunuyoruz, bir çıkış yolu yok mu?" (Mümin 10-11)
İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kur’an hâfızı, bağlı devenin sâhibine benzer. Deve sahibi devesini sürekli gözetirse elinde tutar. Eğer onunla ilgilenmezse kaçıp gider.” (Buhârî)