İnsanda nefret, korku gibi bir takım duygular vardır, bastırılamaz. Sevgi de bunlardan birisidir.
Kalbin sevilen varlığa yönelmesine sevgi denir. Sevginin oluşması, sevilen varlık hakkındaki bilgi derecesine göre azalır veya yoğunlaşır.
Sevgiyi esas almayan hiçbir din, halk kitleleri arasında yaygınlaşma ve benimsenme başarısı gösteremez.
Hz. Peygamberin hayatında insan sevgisi, salt teorik değil, pratik olarak ortaya çıkmıştır. O, “ben muallim olarak gönderildim” buyurmuştur. İşte insanlığın ve İslamlığın bir öğretmeni olarak gönderilen Efendimiz, insanı sevme vasıtası olan yolları göstermiş, sevimsizliği meşrulaştırıcı yollara ve vasıtalara karşı tedbir almayı da ümmetine öğütlemiş ve öğretmiştir.
İnsanda sevimsizliği besleyen manevi hastalıklardan birisi de “kıskançlık”tır. Kıskançlık, hak edenin elindeki nimetin elinden alınmasını arzu etmektir. Kıskanç kimselerde bu durum, başkasının elindekine razı olmamakla kalmaz, bunun ilerisi, o nimetin ötekinin elinden alınması için özel bir çalışma yapmaya kadar gider. Dolayısıyla, mümin, gıpta eder, münafık ise, kıskançlıkta bulunur. Kur’an’da ‘kıskanç’ insanların sosyal hayattaki faaliyetleri şu şekilde anlatılır:
“Kitap ehlinden birçoğu, hak kendilerine belirdikten sonra, içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi, imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler.” (Bakara, 109).
Bu sebeple müminler her zaman kıskanç insanların kötülük yapmasından Allah’a sığınmalıdır. (Bkz. Felak, 5).
İnsan niye kıskançlık eder?
Ünlü İslam âlimi İmam-ı Gazali, kıskançlığın sebeplerini birkaç maddede özetlemiştir:
Bunlardan ilki,gayeye ulaşamama korkusudur. Birileri, alın teriyle, adeta tırnaklarıyla kazıyarak bir yerlere gelmeye çalışır. Kıskanç insan ise, terlemeden, yorulmadan, emek ve çaba sarf etmeden kısa yoldan köşe dönmeciliğe tevessül etmek suretiyle, asıl hak edenin geleceği makama göz diker. Amaçladığı gayeye ulaşmak adına, hak eden kimseye hak ettiği yolu kapatabilmek için her türlü ahlaksız davranışı meşru görür. Bunun adı ister iftira olsun, ister çamur atmak olsun, isterse belden aşağı vurmak olsun, fark etmez. Kıskanç insan bu yolda, her türlü ayak oyunları oynamayı mubah görür.
Kıskançlığın sebeplerinden bir diğeri ise, üstün bir makama gelme arzusudur.
Sonuncusu da Allah’ın verdiği nimeti kıskanmaktır. Bundan dolayı kıskanç insanlar, başkalarının sahip olduğu nimetin hak edenin elinden bir an önce kaybolup gitmesini ya da ona bir musibetin arız olmasını dört gözle beklerler. Böylece kendisine gün doğsun diye.
Kıskanç insanlar, diğer insanları sevmezler. Çünkü bunlar, ruh sağlığı bozuk insanlardır. İçleri, gam, keder, üzüntü, tul-u emel, hırs ve açgözlülükle doludur. Onlar, kendi mutluluklarını başkalarının mutsuzluğu üzerine bina etmek isterler. Bu insanların içi bozuk olduğu için, davranışları da bozuktur. İşleri güçleri kırıcılıktır. Kendileri olumlu anlamda bir şey yapmadıkları için, başkalarının da yapmalarını asla istemezler. İyi ve faydalı işler yapanları da sevmezler.
Kıskanç insanlar, kibirlidir. Servetine, ilmine, aşiretine, atına, arabasına, yatına, katına, apoletine ve ünvanına güvenirler. Elinde bulundurduğu nimetle başkalarını ezmeye, onların şahsiyetlerini zedelemeye çalışırlar. Onların içinde Firavunluk taht kurmuştur.
Kıskanç insanlar, dost değil, düşmandırlar.Mü’min suretinde, Ebu Cehil ve Abdullah İbnÜbey tıynetinde ve sîretindedirler. İç dünyaları pistir, onların.
Kıskançlık, manevi anlamda en büyük kalb hastalığıdır. Bu tip hasta kalpler ancak, ilim, amel ve ihlâs üçlüsüyle tedavi olabilir. İlim ve amel olursa, kıskançlığın zararlı olduğunu kavrarlar da başkalarına zarar yerine fayda vermeye gayret ederler. Çünkü kıskançlık, hem dine ve hem de dünya hayatına büyük zarar verir. Hz. Peygamberin dilinde: “Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi, kıskançlık da insanın iyi amellerini yok eder.”
Kıskanç insanlar, üzüntü ve kederden kurtulamazlar. Onları hasta yapan hususların başında “öteki”nin düşman görülmesi, bir diğeri de nimete sahip olan insanların varlığının devam etmesidir.
Biz yaşadığımız toplumda kıskançlığın tezahürlerini sosyal hayatın her alanında görebiliriz.
Kıskançlık bazen aile hayatında çocuklar arasına yansır. Bunun en büyük müsebbibi ise, anne ve babaların çocukları arasında adil davranmamalarıdır. Onun için Efendimiz; “çocuklarınız arasında âdil olunuz, sevgide bile olsa” buyurmuştur.
Kıskançlık, siyasi hayatta da tezahür eder. Siyasetlerinin temeline, hak, hukuk, adalet, ahlak gibi değerleri oturtmayan kimseler, rakiplerini alt edebilmek ve onların halk nezdindeki yükselen itibarlarını aşağı çekmek için her türlü ahlaksızlığı yapmaktan çekinmezler. Bu sebeple erdemli siyasetin eksenine ahlak oturtulmalı ve siyasi hayattaki mücadele fazilet mücadelesi olarak görülmelidir.
Kıskançlık, iktisadi hayatta da ortaya çıkar. Bazı iş adamları ya da büyük iş çevreleri, sahip oldukları pazarları ve mevcut imkânları kaybetmemek için karşılarına çıkacak her türlü yeni iktisadi faaliyeti yok etmek adına hareket etmeyi, alışkanlık haline getirirler. Bu uğurda hiçbir ahlaki ilke tanımadıkları için rakiplerini bir kaşık suda boğarlar.
Kıskançlık akademik hayatta da kendini gösterir. İnsaf, iz’an, bilime saygı ve adalet ölçülerini bir kenara iten kimi çevreler, eline herhangi bir imkân geçtiği zaman, adına fedakârlık diyerek ötekine yolu kapatmak uğruna envai çeşit haksızlığı reva görmekten geri durmazlar. Onlar hep, benden sonrası tufan mantığıyla hareket ederler. Kurumları, özel mülkiyeti gibi değerlendirdikleri için, başkalarına o kapıyı açmayı, işgalci ya da istilacı gibi görürler. Onlar için akademik hayatın başarılı olması önemli değil, önemli olan sahip oldukları makamın devamıdır. Bu örnekleri artırmak mümkündür.
Çare nedir?
Kıskançlık kalıbının, gıpta ahlakıyla değiştirilmesidir. Bir diğeri de; mal, mülk, mevki, makam, güzellik vb. gibi olgu ve değerler açısından üstün olan kimselerin kendilerinden aşağıdaki kimselere bakmaları ve hallerine şükretmeleridir.
Allah bu ümmeti, kıskançların şerrinden korusun.