Ekonomiye devlet müdahalesi çok tartışmalı bir alandır. Liberalizmin temel ideoloji olarak kabul edildiği 24 Ocak 1980’den itibaren devletin sınırlandırılması, özel sektör ve ticaretin ise mümkün olduğunca serbestleştirilmesi normal karşılanmaktadır.
Bugünlerde kira ve gıda fiyatlarındaki fahiş artış, siyaseti ve toplumu derinden düşündürüyor. Düşük gelir grubu başta olmak üzere tüm toplumun barınma ve temel hayati ihtiyaçlarını karşılamaları gerektiği düşünülüyor.
Maslow tarafından ifade edilen İhtiyaçlar Hiyerarşisinde en tabanda bulunan bedensel-fizyolojik ihtiyaçlar karşılanmadan diğerlerinin bir anlamı olmuyor. Aç insan, karnı doymayan kişinin güvenlikle de saygınlıkla da işi olmaz.
Kabine gıda konusuna uzunca süredir eğiliyor. Fiyatların ve artışların makul seviyelerde olması gerektiği söyleniyor. Ancak çok sayıda satıcı ve alıcının bulunduğu bir piyasada ve tanımı gereği hiçbir aktörün fiyat ve miktarı belirleyemediği şartlarda müdahale imkanı oldukça sınırlı kalıyor.
Gıda fiyatlarıyla alakalı olarak, girdi fiyatları sürekli artan üretici mağdur edilmeden, aracının payı asgari seviyeye düşürülerek bir düzeltme yapılabilir. Fakat aracılar kendilerini koruma ve kollama konusunda oldukça avantajlılar.
Fiyat kontrolünü sağlama bakımından etkili bir mekanizma geliştirme ihtiyacı devam etmektedir.
Öte yandan, kira artışını da aynı kategoride değerlendirmek gerekir. Son dönemlerde sanki bir düğmeye basılmışçasına astronomik kira artışları yapıldığı haberleri geliyor.
Buna karşın Adalet Bakanı tarafından kamuoyuna açıklanan bilgilere göre % 25’lik bir artış oranı belirleneceği anlaşılıyor.
TÜİK verileri doğrultusunda % 70’i aşan bir enflasyonist ortamda tespit edilen oranın uygulanabilirliği sorgulanacaktır.
Şahsi kanaatim, yukarıda da ifade ettiğim şekilde, sınırlamaların normal karşılanması gerektiği yönünde. Kimse fırsatçılık yaparak özellikle dar gelirli insanların temel giderlerinden biri olan kira konusunda aşırı artış yapmamalıdır.
Ancak, bu oran gerçekçi de olmalıdır. % 25 artışı kabul etmeyen bir konut/işyeri sahibi zaten doğrudan artış yoluna gitmiyor. Önce konutu tahliye ediyor, daha sonra istediği oranda artışı yapıveriyor.
Boş bir daireyi kiraya vermek isteyen kimseye müdahale imkanı bulunmuyor. Kimse kaç lira talep ettiğine karışamaz şahsın.
İlaveten, sadece kira geliriyle hayatını idame ettirmeye çalışan bir kişi/ailenin enflasyonist ortamda artan geçim maliyetlerini karşılamasına imkan vermeyecek bir sınırlama bu kez gayrimenkul sahibini mağdur edecektir.
Liberal ekonomi böyle bir mantıkla çalışıyor. Serbest piyasa mantığı çerçevesinde işlemesi gereken düzene müdahale sistemi tersyüz edilebilir.
Gıda ve kira alanındaki müdahale mantığını gerçekçi kriterlerle değerlendirmek gerekiyor. Girdi fiyatları ve konut maliyetlerini hesaba katmayan bir değerlendirmenin sürdürülebilir olmadığı ortadadır.
İnşaat maliyetlerindeki/fiyatlarındaki kontrolsüz artış nedeniyle dizginlenemeyen kira artışını makul seviyede belirlemek aslında tüm dinlerde ve ideolojilerde kutsal kabul edilen mülkiyet hukukunu ihlal etmeme açısından da zorunludur.
Olayın devlet sorumluluğu çerçevesinde ele alınması alkışlanacak bir hareket. Ekonomideki dengesizlikler ve problemler en yetkili ağızlarca kabul ediliyor ve bir çözme iradesi mevcut.
Şimdilik üzerinde durulması gereken nokta da bu galiba.
Yoksa kira artışı düzenlemesi ile istenen neticenin elde edileceği muallak.
Sorumluluk hissi keşke tüm kamusal aktörlerde olsa. İsraf içinde yüzen kurumlar bu sisteme yakışmıyorlar. Şatafat ve eğlence kültürü belki en fazla eleştirilmesi gereken alanların başında geliyor.
Yerel yönetimler ve üniversitelerden başlanacak bir tasarruf kültürü tüm topluma olumlu mesaj verecektir.