1909 yılından bu yana tam 109 yıl geçti. Bu süre, Anadolu'da yaşayan Müslüman Türk milletinin tarih sayfasında savrulduğu bir süre olarak uyuşmamış hafızalarda ve sipariş üzere yazdırılmamış tarih kitaplarında yer edecek. Zira Türk tarihi araştırmacıları bu kadim milletin, İslamiyet'ten önce de hiçbir şekilde putperest olmadığını, dini tercihlerinin arasında putperestlik veya Ata kültüne tapma gibi bir inancının olmadığını ifade ediyor. Fakat Osmanlı Toprakları üzerine bir Yahudi devleti kurmak isteyen siyonistler, gemi azıya aldıklarından bu tarafa, büyük İsrail Devleti'ne giden yolda en büyük engel olarak Müslüman Türk milletini gördüklerinden dolayı, "acaba nasıl olur da yolumuzdaki bu engeli kendimizden zayiat vermeden kaldırabiliriz?" bunun projelerini yapıyorlar.
Osmanlı Devleti 1922 yılında fiili olarak yıkıldıktan sonra, devletin toprakları üzerinde onlarca küçük devletçik ortaya çıkarıldı. Önce, ırkçılıkla birbirinden ayrılan Osmanlı milletleri, daha sonra ulus devlet anlayışı masalıyla küçük, yutulabilir lokmalar haline getirildi. Ve o gün, bu gündür Osmanlı'nın hakim olmuş olduğu coğrafyada kan ve gözyaşı dinmiyor. Osmanlı'nın beyni olarak görülen ve bütün diğer organları yöneten Anadolu halkı, Anadolu Müslümanları üzerinde de "acaba bu beyni nasıl uyuşturur da, diğer organları yönetemez veya kendi kendine yetemez hale getirir, Megola İdea'nın önünde büyük bir engel olmaktan çıkarırız?" bunun hesapları yapılmaya başlandı. Osmanlı'nın son döneminde, cumhuriyetin ilk döneminde beynin uyuşturulması veya beynin, organlar üzerinde yapılan ameliyatlara müdahale etmemesi, refleks vermemesi adına bir takım faaliyetlere girişildi. Selanik'te örgütlenip 1912 yılından sonra peyderpey İstanbul'a, Osmanlı topraklarına, Anadolu'ya geçen Siyonist- Sabetayist Yahudiler en son 1923 nüfus mübadelesi ile büyük sayılar halinde Anadolu'ya geçerek bu faaliyetleri bir anlamda hızlandırdılar. Türk gazeteciliğine yön veren, yani algılar ile oynayıp, beynin yanlış düşünmesini, yanlış yönlenmesini ve yanlış refleksler vermesini temin eden isimlerin-ailelerin kökenlerine baktığımız zaman Yahudi kökenli Sabetayist- Siyonist aileler olduğunu görüyoruz. Mesela bunlardan bir tanesi, 28 Şubat sürecinden sonra yaşanan ağır ekonomik krizin akabinde, Türkiye'yi ekonomik krizden çıkaracak kurtarıcı gibi Amerika'dan getirtilen, Kemal Derviş'in halası olan Sabiha Sertel idi. Abdulhamid Han'ı tahttan indirme idealiyle başlayan, ilerleyen yıllarda Nadi, Simavi vb. aileler ile devam eden ana akım medya yada gazete diye görmüş olduğumuz yayın organlarıyla beynin uyuşturulması, kontrolü ve vereceği refleks tepkilerin farklı alanlara yönlendirilmesi temin edilmiş oldu. Özellikle Osmanlı'yı karalayan, Osmanlı'nın yıkılmasından sonra yerine inşa edilen, toplum mühendisleri tarafından kurgulanan yapının yüceltilmesi adına Osmanlı'yı hor hakir gören, küçük düşüren yayınlar yapıldı. Bunun yanı sıra yeni kurulan Cumhuriyet ve Cumhuriyeti kuran kadro ve çevresindeki insanlar da hak ettiklerinin çok çok üzerinde abartılı ifadeler ile sürekli olarak gündemde tutuldu ve yahut gündeme getirildi. Kurucu kadronun içerisinde Siyonist-Sabetayist mefkûreye engel olan veya hizmet etmeyen, Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak, Halil (Kut), Ali Şükrü, Cafer Tayyar, Ali Fuat, Refet ve Mersinli Cemal paşalar gibi onlarca isim bir şekilde unutturuldu veya toplum hafızasından silindi. Tarihten diskalifiye edildi. Bunun yanı sıra bir takım isimler tabiri caizse ilahlaştırılarak toplum hafızasına kazındı.
Ne örümcek, ne yosun
Ne mucize, ne füsun
Ka’be arabın olsun
Çankaya bize yeter!
Kemalettin Kamu.
Veya;
Ey dertli saray! Kâbe mi oldun bize artık?
Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harâbe,
Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kâbe.
Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldun,
Türk ırkının, en son, ulu peygamberi oldun.
Tutsak seni lâyık, yüce Tanrı’yla müsâvi,
Toprak olamaz kalp doğabilmişse semâvî¦
Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses,
İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez !
Edip Ayel.
Bir diğer;
Dağların ardında sönüşü gibi,
Millete can veren, vatan yaratan;
Tanrının göklere dönüşü gibi
Her zaman ırkıma büyük Baş Atam,
Tanrılaş gönlümde, tanrılaş Atam!
Yusuf Ziya Ortaç.
Bu örneklere benzer şiirler veya nesirler her 10 Kasım törenlerinde ve yahut okullarda okutulan müfredat kitaplarında yer aldı.
Müslüman toplumun algısı ile ve toplum hafızası ile oynanarak kültürel kodlarından kopması hedeflendi. Gazeteler aracılığıyla yalan haberler, mübalağalı ifadeler topluma gerçekmiş gibi yutturuldu ve İslam'ın inanç ve değerlerinden toplum koparıldı. Gazeteler ve propagandalar aracılığıyla özünden kopmayanların da, İstiklal mahkemeleri marifetiyle başı koparıldı. Bu süreçten sonra tamamen -geçtiğimiz yazılarımda da ifade ettiğim gibi- bilinç altına öylesine yüklemeler yapıldı ki 1923'ten önceki her şey kötü, sakıncalı, çağdışı, halk düşmanı olarak gösterildi. 1923'ten sonraki yapılan bütün yanlışlar doğru, bütün hatalar marifet gösterildi. 95 yılın sonunda işte bugün, tam manası ile dünya üzerindeki Müslümanların beyni olan Anadolu halkının beyninin uyuşturulup, kalbinin mefluç edilmesi işleminin başarıya ulaştığını görüyoruz. Geçtiğimiz hafta Edirne'de 21 yaşındaki bir üniversite öğrencisinin vermiş olduğu bir tepki, işgüzar birtakım polislerin de devreye girmesiyle bir anda kamu meselesi haline dönüştü. Beyni mefluç etmek için özel yetiştirilmiş, görevlendirilmiş, bir virüs "Mustafa Kemal (Atatürk) benim ilahımdır" diye ekranlarda içindeki kini ve ifrazâtı kustu. Kemalistlerin, "Mustafa Kemal ilah değildir" diyen kız çocuğuna karşı göstermiş olduğu refleksi; Müslümanlar, "Mustafa Kemal ilahtır" diyen virüs gazeteciye karşı gösteremedi. Bu tartışmalar etrafında bir takım kanserli beyin hücreleri de sosyal medyada; "Mustafa Kemal, Allah'la kıyaslanamaz. Çünkü Allah, Mustafa Kemal kadar kabiliyetli değildir" türü akıl emaresi taşımayan cümleler sarf ettiler. Bunları deli saçması olarak görenler bile olaya ciddi anlamda bir tepki vermedi. Tabii Müslümanların tepkisizliğinin sebeplerinden birisi de 5816 sayılı kanunun Demokles'in Kılıcı veya Engizisyon Giyotini gibi üzerimizde sallanıyor olması da değerlendirilebilir. Ma'şeri vicdan "Mustafa Kemal ilah değildir" sözünün arkasında duruyor olsa bile bunu diyen kimsenin cezalandırılması, mefhumu muhalifinden "ilahtır" demenin bir başka ifadesidir. Bugün Müslümanlara gerici diyen, İslam'a 1400 yıl öncesinin çöl kanunları diyen, bu mikrop ve virüs zihniyet, Anadolu halkını ata kültüne, atalar ruhuna taptırmak ve dinler tarihinde de ilkel-primitif inançlar olarak kabul edilen ataya taptırma ilkeliğine ve gericiliğine geri döndürmüş oluyorlar. İslamdan önceki dönemde bile putperest olmayan ve ilkel-primitif din olarak kabul edilen Ata kültüne tapmayan milletin evlatlarını, ilkel-primitif bir insanlar topluluğu haline getirdiler. İğneyi Kemalistlere batırmak kolay. Fakat öncelikle çuvaldızı kendimize batırmamız gerekiyor. 95 yıldır Kemalist misyonerlerin, kemalistliği yayma adına vermiş oldukları mücadelenin yüzde kaçını Müminler samimi olarak verdi? Müminler ve Müslümanlar hangi dozda, hangi gayret ve samimiyetle çocuklarına, Allah'tan başka ilah olmadığını öğretmeye çalışıyorlar? 95 yıldır devrim ilkeleri ve inkılap tarihi adı altında, Kemalist felsefe ve inanç, ilkokuldan üniversiteye kadar gençlere yutturulurken; doğru ve bilinçli bir İslam inancı, Allah inancı gençlere ne kadar öğretilebildi?
Bu topraklar üzerinde emelleri olanlar ve bu millet üzerinde toplum mühendisliği yapanlar şunu çok iyi biliyorlar ki; Türk Milleti, Hristiyan olmaz, olamaz... Yahudi zaten olunmuyor, doğuluyor. Öyleyse bu milleti İslam'dan koparıp materyalist, pozitivist, kemalist, darwinist, hedonist, feminist, komünist, faşist ne olduğu belli olmayan, inancı net olmayan, fikri bulanmış ve diğer Müslüman unsurlarla bağı kesilmiş bir hale getirmek gerekmektedir. Bugünkü verilen mücadelenin, yapılan savaşın hedefi, amacı budur. Hadisâtı günübirlik okumalarla değerlendirecek olursak birbirimize yazık etmeye devam ederiz. Ancak olayları tarihi kökenleri ile değerlendirirsek gündemi yakalamamız daha basit olur. Elbette son günlerde yaşanan bu hadisâtın, bir yerlerden düğmeye basılmak sûretiyle planlanıp, uygulamaya konulduğunu görüyoruz ve farkındayız. Bütün bunları yazmamın sebebi, düğmenin başındaki ele ; "Kuran'ı Kerim'deki Firavun'u ve Firavun'u ilahlaştıran sihirbazların oyunlarını biliyoruz, sihirbazlar iplerle değnekleri birbirine bağlayadursun, biz de asamızı kuşandık!" mesajını vermek içindir... Bilmem anlatabildim mi?