Kibre Karşı Tevazû

İpek Özkayaalp

Ne garip insanoğlu konuşurken en büyük âlim kesilen nefsi, fiiliyata gelince nefsinin kölesi. Hep bir benlik davası içerisinde hayatı kendine zindan etmekte, sonra da neden bu acılar ve başıma gelenler diye sorgulamakta. Kendi elleri ile kendi cehennemini oluşturup bu cehennemde yaşarken çektiği ızdırapların mesuliyetini kendinde görmeyecek kadar da kör.

Benlik davasına düşen bir kimsenin hakikât gözü kör, irfan kulağı sağırdır. Benlik ve bencillik insanın ruhunu karartıp, yardım ve merhamet duygularını tamamen yok eder.

Oysa, Müslüman'ın en çok sakınması gereken tutumlardan biri, belki de en başta geleni, benlik duygusudur; zira 'Benim.' diyen kişi, kendi zerre kadar varlığıyla Allâh'ın azametini unutmuş ve gerçek büyüklüğü değerlendirme konusunda derin bir yetersizlik içine düşmüştür.

Benlik ve bencillikten uzak durmanın sayısız örneği, insan hafızasının kavrayamayacağı bir ölçekte tevazûun en büyük temsilcisi olarak, Peygamber Efendimiz (sav) ve onun seçkin ashabı tarafından sergilenmiştir. Aynı zamanda tevazûun Allâh katında yücelten bir özellik olduğunu belirtmiştir. Tevazû, Allâh'ın rızasını kazanmanın, Müslümanlığın önemli bir parçası olarak görülür ve dinimizde önemli bir erdem olarak kabul edilir

“Sana uyan mü’minlere alçak gönüllü davran!” (Şuarâ Sûresi, 215. Âyet)

Allâh Teâlâ İslâmiyet’e gönül veren kullarını Resûlullah Efendimiz’e emanet ediyor. Onlara karşı mütevazi davranmasını, yardıma ve korunmaya muhtaç olanları himaye etmesini tavsiye buyuruyor.

Tevazû, Türkçede "alçakgönüllülük" anlamına gelen bir kelimedir. Bu kavram, kişinin kendisini başkalarından üstün görmeyerek, mütevazı ve sade bir tavır sergilemesini ifade eder. Arapça "vaz'a" kökünden gelmektedir ve "yere koymak, yerleştirmek" anlamındadır. Bu, mecazi olarak kişinin kendisini yere, yani alçakgönüllü bir konuma koyması anlamına gelir.

“Siz kendinizi överek temize çıkarmaya çalışmayın. Çünkü kötülüklerden sakınanları Allâh daha iyi bilir.” (Necm Sûresi / 32. Âyet)

İnsan başkalarının gözünde kendisini büyütmek için övünür durur. Halbuki övündükçe değeri düşer, itibarını kaybeder. Bir insan ancak tevazû sahibi olduğu ölçüde insanların sevgisini üzerine çeker.

Büyüklerimiz tavazûu güneşe benzetmişler. Güneşin her ne kadar ışıkları ayaklarımızın altında ise de kendisi yükseklerdedir. “Daima alçakgönüllü ol. Bak güneşe, ne kadar yükseklerde ama ışığını ayaklar altına seriyor.”

Tevazû, bir kişinin kendi başarılarını, yeteneklerini veya statüsünü abartmamayı, bunun yerine alçakgönüllü ve gösterişsiz bir yaşam sürmeyi tercih etmesidir. Kişi, başkalarına karşı üstünlük taslamadan, kibirden uzak bir şekilde davranarak tevazû gösterir. Bu, başkalarına saygı göstermek, onların hatalarını affetmek, yardımsever olmak ve kibirlenmemek gibi davranışlarla kendini gösterir.

Tevazû sahibi olan kimse, diğer insanlara karşı daha anlayışlı, cömert ve merhametli olur. Bu kişi, başarılarının ve sahip olduklarının asıl sahibinin Allâh olduğunu bilir ve bu nedenle bunlarla övünmez.

Fazla tevazûnun da kibir olabileceği uyarısı vardır. Yani, tevazû gösterirken kendini aşırı derecede küçük görmek veya değersizleştirmek de doğru değildir. Zillete düşürecek derecede fazla olmasını da şiddetle yasaklar dinimiz.

“Ey iman edenler! Sizden biriniz dinden dönerse, şunu iyi bilsin ki Allâh o şahsın yerine, kendisinin sevdiği ve kendisini seven insanlar getirir. Bunlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı zorlu kimselerdir.” (Mâide sûresi, 54. Âyet)

Bir Daire müdürüne bir vatandaş gelir, işinin yapılmadığını bahane ederek birtakım hakaretlerde bulunur. Adamı boşuna müdür yapmazlar, “Biraz sabırlı ol, işin yapılır.” diye onu teskin etmiş. Müdür Bey’in yanındaki memurların canı sıkılmış tabii. Müdürlerini çok seviyorlarmış. “Müdürüm emredeydiniz de bu adamın terbiyesini biz vereydik, sizde hiç izzet-i nefs yok mu, niye bu kadar müsamahakâr davrandınız?” sözüne, Müdür Bey “Bizde nefis yok ki izzet olsun.” cevabını vermiş.