15 Temmuz meşum darbe girişiminden hemen sonra, FETÖ’cülerin ve Barış Bildirisi adlı paçavrayı imzalayan PKK destekçilerinin, kamu kurumlarından temizlenmesi için kullanılan KHK’ların muhalefeti rahatsız ettiği bilinen bir durum. Saklamıyorlar.
Her vesile ile gündeme getirdikleri, KHK’ların özellikle devlet ve millet düşmanlarını kamudan ayıklamak için kullanılmasından rahatsızlık duymaları sağlıklı bir ruh hali değil. Birkaç kişinin mağduriyet yaşadığı ön kabulüne dayanarak, kritik bir dönemde kullanılan bir enstrümanın etkilerini toptan devre dışı bırakmak akıl karı bir tutum olamaz.
Ayrıca, zor bir zamanda kullanmış olmasından yola çıkarak KHK’ları hepten kötülemek mümkün değil. Hiçbir devlet hiçbir zaman kendisini hedef alan bir kitleyi beslemez, kamusal sorumluluk üstlenmelerine ise asla izin vermez.
Kendilerine karşı KHK’ların kullanıldığı iki kesim de dış kaynaklardan emir almakta. Bir milli güvenlik meselesinden bahsediyoruz bu durumda. Ülke güvenliği mevzubahis olduğunda akan sular durur. Milletine kurşun sıkan veya buna destek olanlar bir biçimde bertaraf edilirler.
Terör örgütü mensuplarını hafife alma veya zımni olarak onaylama anlamına gelecek bir tutum ya da davranış son derece tehlikelidir.
Hukuk sistemimize 1971 yılında yapılan anayasa değişikliği ile giren Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi daha çok zor zamanlarda ve acil durumlarda kullanılan bir düzenleme usulüdür. Esasen kanun konusu olması gereken alanlarda hızlı ve etkili karar almak için düşünülmüş bir uygulamadır.
1982 Anayasa’sı olağanüstü dönemlerde bir yetki kanununa ihtiyaç olmaksızın yürütme organı tarafından KHK çıkarılmasının yolunu açmıştı.
15 Temmuz gibi düşmanın içeride olduğu bir dönemde kullanılmıştır; doğru da olmuştur.
Millet ittifakını oluşturan partilerin KHK aleyhtarı söylem ve eylemleri son derece tehlikeli bir alanda ve yanlış biçimde düşünülmüş bir hareket tarzıdır.
Mevzubahis partiler aleyhte beyanat vermekle kalmıyor, bir biçimde iktidara gelirlerse KHK’ları toptan iptal edeceklerini söylüyorlar.
Bunun neden olacağı yıkımı düşünmek bile imkânsız. TSK, üniversiteler, Emniyet ve sair tüm kurumlarda kamu görevinden çıkarılanların geri döndüğünü düşünün. Aynı durumun HSK kararıyla kamu görevinden çıkarılan yargı mensubu FETÖ’cüler için de uygulandığını hesap edin.
Buna milletin izin vereceğini sanmıyorum. İhanetleri kanıtlanmış kişilerin tekrar kamu görevine dönmelerinin neden olacağı yıkım, Türkiye’de rejimin ve özgürlükçü düşüncenin sonu anlamına bile gelebilir. Bölücü ve ayrılıkçı güçler devletin sonunu getirebilirler.
Toptancı bir yaklaşımla tüm KHK’lıları geri döndürmeyi planlıyorlarsa bir vahamet, inanmadan sadece oy kaygısıyla ve bu kitlelere şirin görünmek için yapıyorlarsa aynı derecede ürkütücü bir durum.
Niyetleri konusunda en ufak tereddüt bulunmayan bölücü, ayrılıkçı ve hain kesimleri savunabilmek ve bunu siyasi bir ittifakın genel politikası haline getirebilmek mümkün değil. Millet bu hain yapı ve yapılanmaların gerçek niyetini sadece hissetmekle kalmadı, bizzat gördü de. Sokağa dökülmesi de o sebepten. Tarihinde hiç yapmadığı bir şeyi yaptı ve darbe girişimine karşı direndi: Hem de kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden.
‘KHK meselesi’ diye bir problem alanı tanımlayıp, sonra da bu konuyu müzakere ediyoruz demelerini bile yadırgadım.
Toplumun iyi niyet beslemeyeceği, tasvip etmeyeceği, kabullenemeyeceği bir konuyu gündemine taşıyor olması muhalefet açısından makul olmayan, irrasyonel bir karar.
Kim buna destek verir ya da sessiz kalırsa kendi ayaklarına sıkar.