Dilin, bir milletin ve toplumun var olmasında ve bir bedene sahip olmasında ne kadar önemli olduğunu bu yazıyı yazan gibi eminim tüm okuyanlar da bilir. Dil ile canlanır bir tarih, dil ile konuşur şehirler, dil sayesindedir ifade edilişimiz.
Kimi zaman bir tek kelimeyi yerinden söküp atmaya kimsenin cesareti ve gücü yetmez. “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele burada” ifadesiyle dilimize çevrilen ünlü “To be, or not to be, that is the question” tiyatro cümlesinde “mesele” kavramı yerine hangi sözü koyabiliriz ve hangisi tam anlamıyla “mesele” sözcüğündeki kuvveti ve derinliği karşılayabilir?
Dil de öze dönüş gibi bir tartışmayı açacak değilim. Lakin Türkçe konuşuyorsak Türkçe konuşmalıyız kanaatindeyim. Dilimize mal olmuş, dilin çocuğu haline gelmiş kelimeleri hatırlatıp, sakın Arapça, Osmanlıca kelimeler de yabancı kökenli gibi bir itirazı da karşıma getirmeyin. Bunun yıllardır yapıla geldiğini, kelimenin milletin ağzıyla ve zihniyle hayat bulduğunu yinelemek isterim.
Bahsetmek istediğim şey, öz dil tartışması, dile giren yabancı kelimelerin arındırılması filan değil, bizzat yabancı dillerin olduğu gibi günlük hayatımıza girmiş olması.
Teknik alanlarda o kadar savunmasız kalmışız ki, geri dönüş mümkün değil gibi. Sinema örneğin; rejisörden tutun da makyöze, teksten tutun da, senariste kadar her kavram tamamıyla yanancı. Tıp öyle, medya öyle, hele bilgisayar ve teknoloji dediğimiz sanal dünya da hiç Türkçe kelime yok. Olsun istediğim için değil, dilimize bu kadar girdikleri için serzenişim.
Teknik kavramlara yapacak bir şey bulamamışız, günlük hayatımızda nasıl durum? Çarşıya pazara çıkmakta fayda var. Şu yeni açılan, büyük, alışveriş merkezlerini bir gezelim dilerseniz. Baştan ofsayda düşüyoruz, şehir kent olmuş, plaza ne demek tam bilmiyorum bile. Bu arada ofsayt kelimesinin de Türkçeye ait olmadığını biliyorum, futbol da değil ki zaten.
Bu büyük plazalarda büyük markalı dükkanlar var. Şimdilerde dükkan demek de abes kaçıyor ya, neyse. “kozmetik” zaten yabancı, adam yazmış “cosmetics show” mısırcı “popcorn” dondurmacı “ıcecreem” olmuş. Kafe zaten Türkçe değil, yazılmış cafe. Hastaneye hospital deyince daha mı oturaklı oluyor acaba?
Bizim dönerci bakmış olmuyor, fast food yazmış levhaya, altına döner resmi yapmış. Ayakkabı görmesek vitrinde, “shose” ne demek zaten bilmiyoruz. WC iyi yer etmiş, iyi ki kadın resmini etekli yapıyorlar. Acaba “ayakyolu” desek kaç kişi bilir? Ustanın elinde makas, tarak olmasa coiffourun kuaför, kuaförün de berber olduğunu anlayamayacağız. Onca dükkan var, markası Türkçe olanlar dışında neredeyse tek bir Türkçe levha yok.
Uluslar arası bir markayım ben diyecektir birileri, elbet adımı olduğu gibi yazarım. Aman istemeyiz zaten adını sanını, dükkanın ne iş yaptığını bari bulunduğun toprağın diliyle yazsan. O da yok, çünkü dilin aynı zamanda büyük bir endüstri olduğunu çok önceden çözmüşler.
Gençlere ve çocuklara olacak olan. Gördükleri her levha, duydukları her konuşma bizzat bize ait olmayan kelimelerle istila edilmiş durumda. Hem Türkçeyi doğru, anlaşılır ve kuralına uygun kullanalım derdine düşüyor, hem de derdimizi anlatacak kelime bulmakta güçlük çekiyoruz.