2547 sayılı Kanunun Türkiye'nin Yükseköğretim sistemini yönetme kapasitesinin olmadığını ve topyekün yeniden yazma muhtaç olduğunu defaatle ifade ettik. Yine ‘Akademik Lider’ olması gereken rektörün akademik alanda yetkilerini ancak Akademik Klanlarla uzlaşması halinde kullanabildiğini de ifade ettik.
Bununla birlikte 2547 sayılı Kanunun kurduğu sistemde Rektör, akademik faaliyetler dışındaki yönetim erki üzerinde layusel, denetlenemez, mutlak yetkiye sahiptir. Rektörün akademik alanda yetkilerinin, Akademik Klanlarının insafına terkedilmesini ne kadar yanlış buluyorsak, idari alandaki yetkilerinin layuselliğini ve mutlaklığını da o ölçüde yanlış buluyoruz. Bir Araştırma Görevlisini dahi alırken ilgili Ana Bilim Dalının, Bölümün ve Fakültenin onayını almak zorunda olan Rektörün, üniversite idari yapısının en üst yöneticisi olan Genel Sekreteri, Üniversitenin tüm idari faaliyetlerini yürüten, Daire Başkanını, Fakülte ve Yüksekokulların tüm idari işlerinden sorumlu en üst idari yönetici Fakülte ve Yüksekokul Sekreterini hiçbir makamın önerisine ihtiyaç duymadan, hiçbir seçme ve yetiştirme işlemine tabi tutmadan atayabilmesini doğru bulmuyoruz.
Rektörün idari işlemlere aşırı görünür olması ve hiyerarşik amir konumu, Rektörün, Genel Sekreterin görev alanına yoğunlaşmasına neden olmakta, bunun sonucu olarak Genel Sekreter, özgüven parçalanması ve rol çatışması yaşamakta, sonrasında da kendi görev alanını Özel Kalem Müdürü görev alanında tanımlamaktadır. Aynı patoloji Fakültelerde Dekan-Fakülte Sekreteri görev tanımı ilişkilerinde de yaşanmaktadır.
Bu paradoks, Rektörü, Dekanı asıl sorumlu olduğu alandan, akademik alandan uzaklaşması sonucunu üretmektedir ki bu;
Üniversitelerimizi bilim üreten eğitim yuvaları olmaktan çıkarmakta, bürokratik süreçlerin hakim olduğu, hiyerarşik yetkilerin esas olduğu bir Kamu Kurumuna dönüştürmektedir.
Pamukkale Üniversitesi örneğindeki gibi Rektörün, Enstitü Sekreteri olarak eşini atamak istemesi ardından yaşanan tartışmaların akademik itibara yaptığı tahribatı ta dikkate aldığımızda artık insiyatif almanın vakti gelmiştir.
Kamuya yönetici seçme ve yetiştirme boyutunda rol modellik yapması, liyakatı tesis eden araçlar geliştirmesi beklenen üniversitelerin yöneticilerini başka kurumlardan devşiriyor olması kabul edilir bir durum değildir.
Rektörün, Daire Başkanı ve üstü yöneticileri seçme hakkı olmakla birlikte bu yetki çok sınırlı kullanılmalıdır. Ve asla Daire Başkanı altı yönetim kademelerinde kullanılmamalıdır. Ne yazık ki üniversitelerimiz çok daha alt düzeyde Fakülte Sekreteri, Şube Müdürü düzeyinde dahi yöneticilerini diğer kurumlardan devşirme yöntemi ile seçmektedir ki; binlerle ifade edilen idari personele sahip olan üniversite, kendi yöneticisini yetiştirememiş ise söylenecek söz yoktur.
İdari personelin aidiyetini örseleyen bu yöntemin sürdürülebilirliği yoktur.
Okul Müdürünün, İlçe Milli Eğitim Müdürünün, Müdür Yardımcısının öğretmen olması esas iken,
Kuran Kursu Müdürünün, Müftünün, Müftü Yardımcısının Din Görevlisi olması esas iken,
Vergi Dairesi Müdürünün, Saymanın Maliye meslek mensubu olması esas iken,
Karakol Amirinin Polislik mesleğine mensup olması esas iken,
Aksi düşünülemez iken…
Herhangi bir kurumda çalışan bir memur, üniversitede yönetici olabilmektedir.
Kendi personelini geliştiremeyen, kendi yöneticisini yetiştiremeyen bir üniversiteye üniversite denebilir mi!...
Ama artık on yıllardır süren bu düzen değişmeli diyoruz. Fakülte, Yüksekokul Sekreterleri ile Şube Müdürlerinin üniversite içi personel havuzundan seçme, yetiştirme sürecine tabi tutularak atanması gerektiğini 2018’den beri ifade ediyoruz. Kurum İdari Kurullarında talebimizi en üst seviyede kayda geçiriyoruz. Basın açıklamaları ile amme vicdanını harekete geçirmeye çalışıyoruz ve idari yargı mekanizmasını da artık daha etkin kullanacağımızı deklare ediyoruz.
Bu hassasiyetimizle ilgili toplumsal konsensüs oluşmuştur, haklılığımız amme vicdanında tescil edilmiştir ve çözüm de o kadar basit ki;
Görevde Yükselme Yönetmeliğinin istisnalarından olan Fakülte ve Yüksekokul Sekreterlerinin atama işlemlerinin Görevde Yükselme Yönetmeliği kapsamına alınması ile her düzeydeki üniversite yöneticilerinin atanmasında belli bir süre ‘3 yıl makul gibi’ üniversitelerde görev yapma şartının getirilmesi sorunu çözülecektir.
Üniversitelerde derinleşen sorunların arka planında sendikal örgütlenme sorunu vardır. Üniversiteler akademik personeli ile idari personeli ile sendikal örgütlenmenin en düşük olduğu kamu kesimidir. Bu düşük örgütlenme oranı da ortak aklın, ortak iradenin ve hak mücadele kültürünün gelişmesine engel olmaktadır.
Üniversitelerimizi yeniden kodlayacak bir sürece giriyoruz. Sorunların nesnesi olmak ta, çözümün aktörü olmak ta sizin tercihiniz...
On yıllardır devam eden bu sistemin değersiz, edilgen bir nesnesi olmaya devam mı edeceksiniz?
‘Bir olup, örgütlenip bu büyük değişimin aktörü mü olacaksınız?
Karar Sizin…