Dünya ekonomisi özellikle Obama’nın ikinci döneminin ortalarından bu yana, en az üç merkezli bir döngü etrafında salınmaya devam ediyor. Bu süreçte kırılma noktası, daha doğrusu dünyanın toptan huzurunun bozulma katsayısının hızla yükselmesi, beklentilerin tersine sürpriz bir şekilde 45. Başkan olarak Trump’ın ABD’nin dümenine geçmesiyle zirve yaptı. Ne yazık ki geçen bir yılı aşan süre içinde Trump, kendinden beklentileri boşa çıkarmadı, sürpriz yapmadı. Agresif, saldırgan, hırçın tavrını, dünyanın en büyük ekonomisini, en güçlü Merkez Bankasını (FED), IMF, Dünya Bankası, NATO gibi kurumların yanı sıra, objektifliği artık daha bir yüksek perdeden sorgulanan güdümü altındaki S&P, Moody’s, Fitch gibi uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarını arkasına alan ve tüm bunların üzerine aba altından sopa gösterme deyimi bir yana açıkça askeri gücünü fütursuzca kullanma hakkını kendinde gören Trump’ın başını çektiği dünya politiğinden, kalıcı refahın istikrarlı bir şekilde beklenmesi fazla bir iyimserlik olacaktır.
İçinde yaşadığımız şartlarda küreselleşme bağıyla adeta “büyük köy” olarak nitelendirilen dünyamız şartlarında her ülkenin iktisadi, siyasi, sosyal, hukuksal ve toplumsal açıdan kenetlendiği gerçeği, merkezin ilk ve en can alıcı ayağını oluşturmaktadır. Denklemi böyle kurulan matematiksel işlemden doğru sonuca ulaşılması, formülü böyle yazılan bir senaryodan film biterken “mutlu son” beklenmesi, mümkün değildir. Tüm ülkeler bu realiteyi kabul ederek ve bilerek, politikalarını oluşturmak zorundadırlar. Çünkü sonraki süreçte meydana gelen tüm gelişmeler, büyük oranda merkezin birinci ayağına göre şekillenmektedir. Merkezin ikinci ayağı ise, birincinin hegemonyasından kurtulabildiği ölçüde, başta ABD ve AB olmak üzere, dünya ekonomisini domine etme gücüne sahip Japonya, Çin ve Rusya gibi ülkelerin ekonomideki performanslarına göre şekillenecektir. Merkezin üçüncü ayağını oluşturan bir diğer unsur ise, gelişmekte olan ülkelerin üretim ekonomisi temelinde kalkınma hızlarının yüksekliği ve gelişmiş ülkeler arasındaki açılan makasın daralmasına göre belirlenecektir.
Gelecek ülkelerin yaşadığı ekonomik gelişmeleri, yukarıda sıralanan üç eksenli ana merkezin etkisini dikkate alınarak değerlendirenlerin olacaktır. Çünkü atılan bir ekonomi politikası adımının yansıması olağan beklentilere göre değil, öncelikle dünyanın tiranı haline gelen ABD, Almanya ve İngiltere’nin çıkarlarına uygunluk testinden geçer not almasına göre son halini alacaktır. Zaten yapısal sorunlarla boğuşan gelişmeye çabalayan ülkelerin kaynaklarını zorlayarak uygulamaya koydukları ekonomi politikalarının, bir de batı ülkelerinin adeta onayından geçmek zorunda bırakılması, dünya ekonomisinin istikrara kavuşmasının önündeki en büyük engeldir. Dünyanın neresinde olursa olsun emtia’ya sahipliği kendinde hak olarak gören ve bunu elde etmek için her türlü atraksiyonu yapmaktan çekinmeyen batılı ülkelerin kullandığı dünya dümeninin, sorunsuz yol alması düşünülemez. Bunların üzerine üç beş günde bir ısıtılıp ısıtılıp gündeme kalması sağlanan FED faiz kararlarının ne olacağı, petrol fiyatlarının ne yönde eğilim göstereceği, Brexit sancısının AB ve İngiltere ekonomisine yansımasının etkilerinin nasıl sonuçlanacağı yanında Türkiye, Rusya, İran, Suriye, Orta Doğu ve ABD altıgenindeki kapışmanın ne yöne gideceğinin belirsiz olduğu bir ortamda, herhangi bir konuda istikrarın tesisinin sağlanması ihtimali ancak kuşun taşa çarpması kadardır. Bu ateş topu bölgenin yanı başında yer alan, içinde bulunduğu yapısal ekonomik sorunlar yanında bir de jeopolitik konumdan kaynaklanan sorunlarla uğraşmak zorunda bırakılan Türkiye’nin; 2017 yılında sanayi üretim endeksinin %8.9, büyüme oranının %7’nin üzerinde gerçekleşeceği beklentisi, ekonomimizi canlandırmak amacıyla açılan onlarca reform paketi, yalnız Şubat ayında verilen 25,5 milyar lira ve yaklaşık 28 bin kişiye istihdam olanağı sunan yatırım teşvik belgesi gibi olumlu gelişmelere rağmen, ekonomik, siyasi ve toplumsal açıdan istikrara kavuşması hayli zor görünmektedir. Ülke olarak bu girdaptan tek çıkış yolumuz, siyasi mücadeleyi kendi mecrasında yapıp, Türkiye ortak paydasında tek yürek olmaktan geçmektedir.
Soru: Üretim faktörleri arasında en önemli olanı sermaye midir? Neden?
Sözün Gözü: Gör beni göreyim seni, görme beni görmeyeyim seni.